22 Aralık 2015 Salı

yine de bazı şeyler olmuyor

savaşın griliğinden yorgun düşmüş geceler yaşıyorum istemsiz
bir dua huzurundan farksız nefesini ister oldum kaç gecedir yanımda
korkularım Kaf Dağını aştığından beri bakamıyorum arkasından
gidersin bilirim
karar veremezsin bilirim
bunları beklemekten vazgeçtim artık
beklemeyi de bırakmış olabilirim(bilmiyorum)
ayağına takılacak taşı şeytanım bellemişsem
yüzünü düşüren her şey lanetlerime sebebim olmuşsa 
Milena’nın beklediği gibi beklemiş, özlediği gibi özlemiş, dinlediği gibi sevmişsem seni
Her halini sırıtmadan izlemiş ve her izleyişimde aşk tariflerine yeni bir sen daha yazabilmişsen
sen hiç bir şey vermeden ben her şeyi senden gelmiş görebilmişsem
yağmura acıkmışken bulutları görmekten bile mutlu olabilmişsem
kuraklıktan çatlamış ruhumun her yarığından bir sen filizlendirmişsem
üşenmemiş her birini de ayrı ayrı sarıp sarmalamışsam
her kararsızlığın için oturup ilmek ilmek çabalarken o kararsızlıkta kaybolmuşsam
Ralph Waldo’nun bahsettiği lüksü hiç utanmadan herkesten esirgeyip sana sunmuşsam
gündelik olanların avuntusunda haryacabilmişsem geleceğin tüm nimetlerini
yok saymışsam kendi dertlerimi sırtlanırken seninkileri
köşedeki ışıklı ağacı izliyorum şimdi
dünya duruyor
atmosfer tüm hareketliliğinden vazgeçiyor
kırmızıyla mavi ışıkları sırayla gözüme sokan ağaç konuşmaya başlıyor 
saymaktan ve söylemekten vazgeç diye
istemeden susuyorum..
gözlerim kapanıyor
masada içilmiş ot artıkları perdenin arkasından sesleniyor devam et içmeye diye
içiyorum..
her direktifi kabul eden ben emre itaat ettirecek zıvanayı bir türlü becerip yapamıyorum
tekrar senin aklıma düşmenle sarsılıyorum
sarsıldığım yerden konuşmaya devam edip
seni yüceltiyorum
kendini bir türlü göremediğin zirveye giden yolda sana yetişmek için çabalayıp duruyorum
olmuyor
bir tarafın kaçıyor ve ben o tarafını beklemesi için ikna edemiyorum
belki de tek eksiğim nefesin
belki tek bir nefesin getirecek beni kendime
bazı şeyler olmuyorken yoruyor





17 Aralık 2015 Perşembe

E.

bir avuç sentetiği kanıma karıştırdıktan sonra bakmalıyım gözlerine
gözlerime bakıp anlamalısın içimin ne kadar da karanlığa gömüldüğünü
ışığını kaybetmiş tüm gök cisimleri gibi kayıp gibiyim 
bulamamakta ısrarcıyım yolumu
çekimine kapılmış eksen yaratıyorken kendime 
senin dünyanda tekrar kayboluyorum
koca galakside
göğüsüne yaslanıp anlatmalıyım
boş beleş olduğunu düşündüğümüz her şey konumuz olmalı
ama biz ya da siz olmamalı konumuz
belki de sadece göz bebeklerinden girilen koca boşluğa dalıp hiçleşmeye devam etmeliyim
karşında dans ederken izlemelisin beni 
senin gözlerine bakarak kayboluşun dansını etmeliyim
belki kaybolduğum gözlerinde bulurum kendimi
sendeki varlığıma inanır bir mutluluk öpücüğü kondururum tadını çoktan unuttuğum tenine
yanımızda birkaç kişi daha olmalı 
ve şahidi olmamalılar
varlığımızı kutsayışımızın
yok sayarken onları, var olmalıyız gözlerinde
sarıldığımız an tüm tanrıların kıskançlıktan lanetler yağdırdığı olmalıyız
göğsün yastığım olmalı 
uçsuz uzay boşluğunun zamansız varlığında
yok saymalı ruhum tüm korkularımı
korkularımdan koruyacak şövalyem olmalısın
cılız bağlarımıza inat
yeşertmeliyiz tüm kuraklaşmış umutlarımızı 
birbirimizin sıvılarıyla
elim gezmeli tüm vücudunda
kutsal topraklarda tavaf eder gibi huzurla
nefesim eski ahitlerdeki tüm duaları fısıldamalı tenine
ve ben inanabilmeliyim her beyinin kendi tanrısını yarattığına
gelmiş geçmiş tüm din düşünürleri secde etmeli 
bir olduğumuz küçük bir kanepede bize
gözlerine bakabilmeliyim
elini tutabilmeliyim
savrulduğum boşlukta senin çekiminde sabitlenmeliyim
belki biraz da güvenebilmeliyim
bir karadeliğe sürüklenmediğimize
gözlerine bakabilmeliyim
gözlerindeki boşluğun benim yerim olduğuna inanabilmeliyim
ya da kapayıp gözümü 
tüm boşlukta bir toz bulutu gibi kaybolmalıyım


şamdan

anlatamıyorum kolay kolay
içimde bir yer ürkek
geri kalan her yer kırık dökük
tarifi nasıl yapılır ki bunun

bir isme kızıp tüm öfkemi kusmak kurtarmaz tüm bu moloz yığınından beni
Anka kuşu olur muyum ki bir kez daha
kaçan zaman cebimden gidiyor
tüm birikmişleri nasıl kullanırım ki
sarılmak istediğim tek adamdan korkuyorsa benliğim
nasıl varabilirim ki kirpiklerinin rüzgarında bin yıllık efsunları bozacak huzuru savuran adamın koynuna
kızmak çare değil
özne olamadığım hayatta
nesneleşip kaybolmalı belki de
ama benliğim bir biblo olmadı ki hiç
nasıl söylerim ona senin tek görevin sıranı beklemek diye
kabul etmez bilirim
daha kaç postal geçecek beni ben yapan değerlerin üzerinden
kaçmaya çalıştığım da varmaya çalıştığım da kalbiyse eğer nasıl çözülecek 
bu çok bilinmeyenli çok dereceli denklem
anlatamıyorum işte
anlayamadığım bir durumu nasıl anlatayım ben
neyi nasıl yapacağımı bilemiyorum bile
anlatmaya çalıştıkça susuyorum
sustukça nesneleşiyorum 
yavaş yavaş bir bibloya dönüşüyorum
ya da muma ihtiyaç duyulmayan ve sürekli yanan bir şamdan oluveriyorum.

16 Aralık 2015 Çarşamba

babaya nefret

korkmadığım kadar korkuyorum şimdi
öldüğümüz yerden dirilir miyiz bu sefer
yabancı olmayan bir katliama yabancı insanların arasında korkumuzun üstüne kilit vurup günlük hayatın seremonilerini yerine getiriyoruz.
körelmiş vicdanların atıldığı çöplüklerin tepesindeki martılar bile vazgeçmiş leşlerimizden
korkum büyük
ya soramazsak hesabını
her gün tehditle tehcirle
ötekileşmeyle yaşayan biz bu sefer açıp göğsümüzü biz kolay ölmeyiz diyemeyecek miyiz
nedir bu koca sessizlik
tepeden tırnağa kan bulaşmış bu topraklar ne zaman kusacak
sokağa çıkma
dağa çıkma
ekmek almaya çıkma
ölünü buzdolabında sakla
ağlama
gülme
hamile kalırsan karşıma çıkma
ne istiyor bu adamlar bizden
politikanın pisliği neden bize yakıştırılıyor
yaşama diyor koskoca devlet varlığını adaması gereken insanlara
bu sefer korkuyorum
yenilmekten değil
yenilmeyeceğimiz aşikâr zira
unutulur mu bu kadar ölüm
birini unutsak birisi çarpar tokadını suratımıza
biz iyi bilir nefret edilen olmayı
sevilmedik çünkü
seviyoruz diye sevebiliyoruz diye
bir çiçeğin tomurcuklanmasına seviniyoruz diye sevilmedik
öldürüldük hiç durmadan öldürüldük
bitmedik yenilmedik
devlet kudretini babalığından alıyorsa biz şefkatimizi analıktan aldık
kadın, Kürt, ermeni, ibne, trans, çapulcu, marjinal…
her bit bok olduk ama babamızın onayladığı evlat olmayı reddettik
devlet baba kükredikçe doğa ana aldı koynuna
anamızın çiçek çocukları olduk
ama babaya tek bir selam vermedik
üzdüğünü sandığı yerde attık en büyük kahkahayı
kanattığı yerde tomurcuklandı en güzel kırmızı güller
sesimizi bitirdiğini sandığı yerden başladık en güzel türküye
bizi dağıttığı meydanlarda başladık en güzel halaya
bitmedik, susmadık, gitmedik, ölmedik
baba kızdıkça bize saldırdı
baba saldırdıkça ana bizi kucağına aldı
bitmeyiz de gitmeyiz de
cizre’de düşer silvan’da kalkarız
sur’da susar silopi’de basarız çığlığı
celladın saldırganlığı korkusundandır
bizim umudumuz yolumuzun haklılığındandır
beyaz çarşafların arkasında çektiğimiz halaylar altında ezilsin benliğiniz
elbet kana bulanmış meydanlara çıkacağız barışın o tüyden hafif havasıyla
ve o hafiflikte ezilip büzülürken siz
öpeceğiz sevdiğimiz her şeyi can damarından

her sevgi mızrak olup saplanırken çürümüş kalbinize güleceğiz tuzla buz olasınız diye

7 Aralık 2015 Pazartesi

gidiyorsan..

tamamım ben
aslında hiç olmadığım kadar tamam
yorgunluğumu sıyırıp odanın köşesindeki karışıklığa yığdım
bedenim çıplak girdi keskin bıçaklara bürünmüş yatağa
anne karnını işgal ettiğim zamanlardaki pozisyona geçip
geçmişimin verdiği hüzünleri tek tek düşündüm
ne kadar da çok tek kalmışım iki kişilik hayallerimde
süslediğim tüm duvarları temizledim
hayallerimin rengi göz yoracak gibiydi
gözlerimi açıp hayallerimi değiştirdim
gözüm kapalı ne yolculuklara girişmişim
tökezlemelerim düşüşlerim hep bu yüzdenmiş meğer
yatağım kemiklerime değerken hissettim
canımdan fazlası yokmuş cebimde
garip bir hüzünlü huzur yaşıyorken
huzurlu bir hüzüne sarıldım
yanıma uzanmış beden ne kadar da sarılmış hüzünlerine
boylu boyunca izlediğim varlık
sırtını tüm kıvrandıran duygulara dönerken nasıl tuttu elimden
nasıl oldu da en yorgun beni göğsünde dinlendirdi
kurtuluş semtinin tüm sokaklarını yürürken yan yana
nasıl oldu da üçüncü bir ismi sokmadı aramıza
ben iki kişi dolaşmaya yabancıyken nasıl oldu da bu kadar tanıdık geldi bu his
hüznü sakladığı gözleri nasıl bu kadar umut dolu baktı bana
nasıl oldu da sırtındaki tüm yükleri inkar edercesine dimdik durdu karşımda
konuştuğu tüm ingiliz aksanları nasıl oldu da bana bu kadar yürek sesi gibi geldi
bir yerlerde bıraktığı yüreği nasıl oldu da önümde birden beliriverdi
anne karnını işgalimin sembolü bir pozisyonda izlerken karşımdaki bedeni
nasıl oldu da ait olunacak bir şeylerin hala kaldığına inanabildim
sonradan pişman olmaktan korktuğum doğrudur
korktuğum için kaçtığım da doğru
tüm gidişlerimin kefaletini ödemişsem şayet
kalacak daha iyi bir yer bulamazdım
kederli olmayan nadide akşamlarımın sebebi olmuşken bir beden
karnımıza ağrılar girene kadar gülmüşsek
burnunu sevdiğim için keyiflenmişsek
sarılıp uyurken hüzünlü huzurlara bile aramızda yer vermemişsek
yağmur yüklü bulutların ya da yarının bahsini etmemişsek
cumartesi uçacak olan amerika uçağını dert etmemişsek
her gidişin geri dönüşü olduğunu belleyip daha şimdiden dönüşün hasretine selam vermişsek
troll olan her şeyi bizim bilip birlikte gittiğimiz eğitimleri hem geberip hem de layıkıyla yerine getirmişsek
hiç bir erkeğin soymadığı bedeni hiç rahatsız etmeden soyabilmişsek
gözlerimizin içine bakıp söylemene gerek yok anlayabiliyorum demişsek
sıkıcılığıyla ünlü derneğin kapısını açtığımda en şen lunaparktan daha canlı  yorgun bir tebessümle içimizi ısıtabilmişsek
yokları var edip
varları yok edebilmişsek
tüm hüzünlere çelme takabilmişsek
uykusuz ve toplantılı her gün birbirimizin gözüne bakıp inanarak iyi ki varsın diyebilmişsek
bu kadar şeyi minicik bir zamana sıkıştırıp asırlık bir şeymiş gibi saygı göstermişsek
aşık olup kendimizi bir türlü sevdiremediğimiz adamlara inat birbirimizi ezip geçmeden sevebilmişsek
olsun amerikaya gitsin ruhun bir eşi
sevda bedenlerin duygusu olacak değil
yüreklerin hissiyle dokunmuşsak
varlığına şükredip yokluğunu hissetmemişsek
tüm küfrleri sevmeyi beceremeyenlere etmişsek
kaybettiğimiz güveni birbirimizde bulabilmişsek
yanyana uyurken bile güven beslemişsek
eksilmeden gider
hiç eksilmeden döneriz
sevgiye aç bir ben kalacak burada,
burnuna aşık
varlığına aşık
git de gel
huzurlu hüzünler sarmadan sen sar korkan beni

24 Kasım 2015 Salı

üşüdü bileklerim

gitmez dediğim her şeyin siktir olup gidişini görmek istedim
en bırakmaz denilen yerden başladı film
bileğim çıplaklıkla terbiye edilmeliydi
soyunup bir kenara attı ruhum tüm anıların izlerini
bileklerim üşüdü
bilekliklerim kırıldı
kırılan tüm yerlerin özeti bir kırılmaydı bu
vazgeçemem lafını lugatımdan silmem gerekliydi
bunun içinde rasyonel bir eylemlilik gerekliydi
ve kurban edebileceğim tek şey bilekliklerimdi
yeni başlangıçlara
kaçışlara
kararlara
imhalara
kurban ettim tüm bilek süslerini
üşüyor şimdi bileklerim
bak yüreğim yalnız değilsin.

bir garip coğrafya

ne güzel sevişiyor insancıklar
bedenlerindeki fazlalıkları atıp kurtulmak için ne çok çabalıyorlar
öldürülen bir trans kadın var İstanbul'un bir evinde
öldürülen çocuklar var Nusaybin denen yerin evlerinde
sadece çocuklar da değil analar babalar da öldürülüyor
hoyratça sevişiyor insancıklar
tüm ölümlerin acısını haykırarak atıyorlar bedenlerindeki zevk artığı sıvıları
yoklukları kaldı ölenlerin
boşlukları
utanıyorum damlayan her sıvıda
gözyaşları düştükçe yanaklarından acıların sahiplerinin
kayboluyorum bir damlalık okyanusun içinde
bir hezimet yaşıyorum kendi kendime
çok savaşıp çok öldük
dünyanın toprağına dahil olup
vatan denilen nanede düşman olduk
burası dünya ya hu demişti şair
burası toprak ya hu diyorum
bir trans öldürüldü bu gün bir evde
belki de bir kaç evde
bir hayal katledildi bir yerlerde
bir umut ağacı soldu yine
ve hoyratça sevişti insancıklar sıkı sıkıya kapanmış perdelerin arkasında
inleyerek boşaldı insancıklar
sigaralarını derin derin çektiler içlerine peçelerle plastik artıkları çöpe atmadan önce,
ölen ölmüş dedi bağzı insancıklar
dumanlarını ciğerlerinden söküp atarken
insanlar ölürken umursamıyor insancıklar
utancım nefesimi kesiyor
umarsızlığınız canımı yakıyor
ama ben boşalamıyorum
o peşinden koştuğunuz orgazmdan hoyratça uzaklaşıp
acılardan ve ölümlerden ibaret bir coğrafyanın ortasına koşuyorum






21 Kasım 2015 Cumartesi

olmasaydı sonumuz böyle

hak etmemiştim ben bunları
bu kadar kötülüğüm dokunmamıştı halbuki
bu kadar öldürmemiştim kimseyi
bu kadar öldürmemişti kimse beni
hüzünlerden değil bu sancılar
bir sancı neremde olduğunu bile tanımlayamadığım bir sancı
ölüm gibi bir şey geziyor etrafımda
tüm neşemi söküp ciğerlerimden alan
haybeye güldüğümü bile bile
en yalancı mutluluk pozunu ben veriyorum
sonra bir şarkı dökülüyor dilimden zihnimden
kendine iyi bak beni düşünme
sonra kendimle hesaplaşıyorum
o zaten kendine bakar sıkıntısı yok
sen kendi haline bak..
bakamıyorum
aynada bir yabancıyla yüzleşip
bir yabancıyı dinliyorum
kafamda sürekli aynı adamın farklı şarkıları dönüyor
devrimci miydi
aşık mı 
yoksa ikisi birden mi
hasretiyle ölmüş bir adam 
hasretle ölmenin garantisini veriyor dinledikçe
acıtıyor ama kanatmıyor
kanamayan her yerimden yaralar çıkıyor
bir kuru dalın ağacından kopması gibi sıyrılıp gittiğim hayatlar bahşeden dünyayı seviyorum
dünyanın temizini kirletmeden gidebildim diyerekten sevinmeye çalışıyorum
kendimi ne zaman düşünür olacağım peki ben
ne zaman kendim için bir tebessüm düşecek dudaklarıma
ihanet mi ettim kendime
aşkını haykırırken çekip gitmek 
ismini dilinden silip çekip gidebilmek
saçlarını, sırtındaki benlerin yerlerini, kolunun altındaki artık olmadığına inandığım o çizgiyi
sigara içerken yana büzülen dudağını, dudağının bittiği yerdeki tanımsız izi.. hangisini unuttum?
unutmak mı gerekir artık acı duymamak için
sakin göllerin dalgası olmaya kalktım
kıyıya vurup paramparça olan yine ben oldum
gözümün yaşarması mühim değil
ağlamadan geçmeyeceğini öğrendim
her şeyi öğrenip hiç bir şeyi anlayamamak
hiç bir şeyi ifade edememek 
bunları ne zaman hakettim ben
kime ne yaptım iyilikten başka da en rezil duyguyu yaşar oldum
utancım kendime
sinirim kendime
yabancılığım kendime
her şey kendime 
şu çalan şarkı dışında
diyecek lafım kalmamış benim buralara
ne demişti hasretiyle ölen adam
olmasaydı sonumuz böyle..

20 Kasım 2015 Cuma

siz artık çok oldunuz

topraklarımız sormuyor içine alırken bizi nerelisin diye
menilerinizin kokusuyla lanetlenmiş kadınlardan nefret ediyor
bu ülkenin 'erkekleri'
suçlarını örtmek istercesine atıyorlar toprağı üstlerine
kadın doğamamış kadınlar sırf neyin ne olduğunu bilmeyen insanlar tarafından öldürülüyor
hiç bir soru sormadan kabul eden toprağın koynunda
Anadolu açamamış bir dünya gökkuşağı dolu
ölülerimizi katillerimizin elinden alınca sevinir olduk biz bu topraklarda
ölüm varlığımızın üstünde gezinirken koskoca bir el hareketi çektik mücadelemizle
aç bıraktınız sokaklara çıktık
evden kovdunuz sokaklara çıktık
hasta ettiniz sokaklara çıktık
evimiz sokaklar olmuşken
bizi sokakta da istemediniz
sahi siz bizi neden istemediniz?
trans dediniz, devrimci dediniz, muhalif dediniz
nefret edip gebertmeye yeltendiniz
adımızı sildiniz amenna
peki bizi biz yapan mücadelemiz?
gökkuşağına griyi yamamaya kalktınız
ama yanlış ata oynadınız
dönmelere doyamadık
direnmeye doyamadık
hayata doymadık
nefretinize doyduk ama.
nefretiniz mücadelemiz oluyor
biteceğini sandığınız yer başladığımız yer oluyor
siz ses çıkarma dedikçe çığlık attık
ibne dediniz ibneyiz dedik
çapulcu dediniz çapulcu olduk
ama her şartta biz olduk
evimiz olan sokakta olduk
aile olduk hem de kocaman bir aile
meni kokusundan utanmayan
penis ve vajina demekten utanmayan
hatta çıplaklığı edepsizlik değil varoluş sayan olduk
biz insan olun dedik siz deccal oldunuz
kusura bakmayın ama siz artık çok oldunuz
doğuda da ölsek batı da  da ölsek
siz ne ad takarsınız bilmem biz insan öldü diyoruz
sizden olmayanın öcü olduğu topraklar yaratmaya kalkışmayın
biz Mezopotamyanın beşiğinde uyumuş kimliksiz kişilikleriz



bitmiyoruz işte

ölüleri eve geldiğinde sevinen insanlar olduk biz
biz kim miyiz ötekileriniz.
seve seve öldürdükleriniz hani
ibne diye
muhalif diye
devrimci diye,diye diye diye
yok etmeye çalışıp boğazına bıçak geçridikleriniz
bıçağınız kesmiyor anlayın artık
ölümden korkmuyoruz bilin hele şunu bir
koskocaman bir aile yaptınız bizi nefretinile
hergün yeni yeni bireylerin katıldığı büyüdükçe büyüyen bir aile
tanımadığım aziz kardeşim oldu
boğazını kestiğiniz translar ablam
siz sistem kölesi olmuş insanlarla hasım olduk
iyi ki de olduk
vurduğunuz yerde güller açıyor
acımız bizi yine sarmaş dolaş ediyor
öldürdüğünüz yerden tekrar doğuyoruzx
siz küçüldükçe dikleşiyoruz dikleştikçe sivriliyoruz
biz sivrildikçe üstümüze yürüyorsunuz ama
bilmiyorsunuz siz yürüdükçe biz yine büyüyoruz
bitirdik dediğiniz yerden tekrar başlıyoruz kavgaya
tükettik dediğiniz yerden tekrar yeşeriyoruz
acımasız düzeninizle alay edip üstüme sertiğiniz ölüme rağmen
inadına barışla mutlulukla inançla yaşıyoruz
biliyoruz gökkuşağı doğacak barışa hasret bıraktığınız bu toprakların üstüne
biz seveceğiz
insanlar sevecek
ve siz adını bile telafuz edemediğiniz o duygunun büyüklüğünde boğulup
kaybolup giderken sarılacağız ölülerimize
iki ay yolunu beklediğimiz Azizin mezarına koşup bittiler diyeceğiz
kimsesizler mezarlığını layık gördüğünüz ablalarımızın kardeşlerimizin mezarına koşup
bitti abla bitti diye sevinç çığlıkları atacağız
fıtratımızda yok ölmek
isimlerimiz gidince mücadelemiz kalacak bizim bu topraklarda
ötekileri olduğumuz toprakların öçocuğuyuz biz
bu topraklarda vardık
bu topraklarda varolacağız
nefretiniz homofobiniz silahınız kana susamış benliğiniz tüketemedi
tüketemeyecek
beylik laflar savuruyorum sanılmasın
gördüklerimi duyduklarımı yazıyorum
susadığınız kan boğazınızda düğümlenirken anlarsınız elbek
bu ülkede translar, muhalifler, azizler,boysanlar,zelişler özetle bizler bitmeyecek..

19 Kasım 2015 Perşembe

bir şeyler oldu

sevdiğimin adamın gamzeleri yoktu,
ama kusursuzdu
kusurlarıyla kusursuzdu hem de
istediğim her şeye ulaştığımı sandığım zamanlardı
istediğim her şeyin aslında fersahlarca uzağımda olduğundan haberim  olmadığı zamanlardı.
özgür yaşamlar için canlar kaybediyorduk ve benim ortaya koyduğum tek şey sevdamdı
canımdan kıymetli olan değerler bütünüydü
belirsizlikleri yollarımıza arnavut kaldırımı yapmış yürüyorduk
ama yol da kusursuzdu
iki gün düşünceli bir gün mutlu olabiliyorduk 
ama kusursuzduk
ya da kusursuzdu
üzüldüğüm çok oldu
ya da eksik hissettiğim yanındayken

kusursuz hislerdi bunlar kusursuz bir yarımlık
uzaklaşmalarımız vedalarımız hepsi kusursuz birer ritüeldi
ve tanrı kıskanmış olmalı kusursuzluğun baş karakterini
'ol' dedi big bang denilen olaydan sonra ilk kez.
ve garip, tarif etmekte güçlük çekilen bir şeyler oldu.
sevdadan kaçan bir aşık peydah oldu
gidene tek kelime etmeyen bir kusursuz peydah oldu
iki peydahı kaldıramayan dünya yok oldu.
fahişeler penis sevmez oldu
kırmızı ışıklı loş odalar romantizme ve erotizme mezar oldu 
insanlar yok oldu
iki kişiye ait  tüm hayaller tepetaklak oldu
birileri gitti
birileri gitme demedi
birileri izledi
birileri ilgilenmedi
herkes ruhuna bir mezar kazdı ama gömemedi
gömülemeyen tüm ruhlar özlem denilen bir şey doğurdu
tüm yeni doğan gibi bu şey de biraz kusurluydu
tüm kusursuzları gözleriyle doğuran çocuk bu sefer kusurlu bir duyguyu yaşar oldu
tanrı utanmadı oldurduklarından
insanlar utanmadı öldürdüklerinden
çocuk utandı tüm kusursuz hislerinden en çok da kendinden
kimse gelmedi gittiği yerlerden
kimse beklemedi gidenleri
kimse izlemedi ölenleri
kimse üzülmedi
kimse kimseleştiğini kabul edemedi
herkes biraz öldü ama kimse toprağın altına yerleşmedi
her şey bitti ama hiç bir şey kutusuna geri konmadı
bir şeyler değişti 
orgazma hasret bir tanrının orgazm yaşayanlara olan haseti yüzünden
bir şeyler değişemedi
tanrının gücü bile yetemedi kusursuz olana
kötüleştiremedi
ama 
aması yok işte
kusursuz bir ölüm vardı ortada kim olduğu belli olmayan
sahipleneni olmayan
bir korkak çocuk vardı
sadece korkak bir çocuk.


kafam karışık

acıyorsa içim birden bire,
durduk yere
suç benim.
seven bendim,
peşinden giden bendim
üzülen de bendim
karşısı yoktu hiç bir şeyin
ben vardım hisseden
yine bir ben vardım hissetikleriyle geberip mezara giremeyen
şimdi bir yorgunluğun baş ağrısını bahane edip kaçıyorum yüreğimin acısından
bir karadeniz türküsü eşlik ediyor aklımdan geçen geçmiş günlerin görsellerine.
gözümü açsam kaybolacak saklandığım dünya
sonra bir yazma isteğiyle yine elime yapışan kalem kusuyor defterin temizine,
utanıyorum böyle olunca.
niye hala yazabiliyorum kendimi?
koca bir insanlık varken can çekişen ölen katledilen
nasıl oluyor da kendime kalabiliyorum?

18 Kasım 2015 Çarşamba

Ayna ve Yorgan

Vazgeçmeye çalıştığım tüm duygular yine yatağımda yorgan olup yaktı bedenimi..
Sakladığım ne varsa döküldü pandoranın kutusundan.
Özlüyorum demeye utanıyorum.
Utanıyorum diyemeyecek kadar da kendime mahcup kalakalıyorum koskaca kozmosda kum tanesinden bile küçük sayılacak bir noktada
Unutmaktan korktuğum ama hatırlamaya utandığım şeyler doluşuyor zihnime
Bir koku, çenenin altına saklanmış minicik bir çiziğin belirtisi..
Hatırladıkça boğazımı düğümleyen detaylar
Kırgınlığımın üzerinden atlayamıyorum bu sefer
Kimseye değil düpedüz kendime kırgınım
Yine en çok kendime mahçup
Yüzüme bakamıyorum an geliyor
Nasıl yaptın tüm bunları kendine diye
Affettirecek en ufak bir bahane bile kabulümken
Olduramıyorum bağışlanma bahanesini
Yine küfr yağdırıp kendi kendime, saklanıyorum hatıralardan bir yorganın içine
Ağlamayı unutur gibiyim
Kayıtsızlığım kendimden nefretimden mütevelli
Yok saydığım bir benlik var ortada, en ufak bir iç sese tahammülüm yok.
Görseller anlık değişse de kendime yaptığım ayıp baki.
Affedemiyor bir türlü kendim kendimi
Çıkıp yorganın altından aynaya koşuyorum
Ne olduğumu hatırlamaya çalışıp nerede olduğumu bile unutuyorum.
Severdim ben kendimi
Şimdi kendimden uzak olan her şeyin peşinden koşuyorum
Sonunda yorulduğumda yine o acısından zevk aldığım yorganın altına girip bekliyorum
Dışarda vücudumu yatakta ruhumu acımasızca hırpalıyorum
Ama kaçamıyorum
Kaçmak istediğim ama arkamdan gelsin dediğim her şey yorganın altında vucüma sarılıp sokakta yürürken elimden tutuyor
Bilinmezliklerden çıkıp hissedilmezlere geçiyorum
Yorganın altında benliğimi arayıp hiçliğime sarılıyorum
Kendimi kendi üstümde kurumuş bir sperm gibi görüyorum

10 Kasım 2015 Salı

Ecelsiz Ölümlerin Vatanı Burası

Delilanın memleketinde keskin nişancılar çıkmış ortaya,
Agidin toprakları kana bulanmış YİNE!.
Öldürülmüş yine gencecik insanlar..
Toprak mahcup,
Koskoca coğrafya mahcup,
sığdıramıyor kendi halkını kendi topraklarına.
hiç bir şey bırakmamış barış için kan dökenler,
dökülen kan ve korkudan fısıldayarak yakılan ağıtlardan başka..
toprak küsmüş, almış tüm verdiklerini geri.
hava küsmüş, almış tüm tatlı esintilerini.
dağlar dayanamamış halkının çektiği zülme,
oyuklar açmış koynunda
çağırmış tek tek 'gelin bana' diye.
Kimsesiz kalan halkın her şeyi olmuş kurak kalmış dağlar.
Halk yemin etmiş kanımızla yeşerecek dağlarımız,
kanlarının yetmediği yerde dağın koynunda uyuttuklarına döktükleri yaşlar yetişmiş imdatlarına.
sekiz gün boyunca kimsenin bakmadığı bir coğrafya var bu ülkenin doğusunda.
filistin için suriye için atılan ağıtların tek biri sekmemiş yanlışlıkla bu ülkenin doğusuna
beslemesi olmuş o coğrafya bu ülkenin.
evin sahiplerini kovmaya kalkan yüzsüz misafir olmuş bu ülke o coğrafyada.
ölüyoruz diyor bir halk!
burdayız diyor bir halk!
nasıl duymazsınız !?
çığlıkları yürekleri yırtıyor martıların,
nasıl hissetmezsiniz !?
yüreğinden vuruluyor koskoca bir halk ,
gözümüzün önünde değil gözümün içinde!
suskunluğun vakti midir!?
evinden kovulmak istenen koskoca bir halk
kapı dışarı edilirken,
nerde bıraktık insanlığımızı..
insan doğduk hey beşer!
dilini bilmemize gerek mi var ,
bir ananın ağıdını duyunca ciğerlerinizin tıkanması için!?
doğuda doğmak mı gerekir illa zulme karşı göğüs germek için?
nedir suskunluğunuzun sebebi hey beşer!?
ölüyor koskoca halk!
eceliyle değil!
topla tüfekle
nedir koltuğunuzda yayılırken içinizi rahatlatan bok püsür?
toprağın koynuna giriyorken koskoca bir halk.
ölümü ölürken öğrendik biz,
erkekliğimizle kalkıp bir erkek sevdik diye öldürülüp katledilirken öğrendik.
Kan değil barış istiyoruz çığlıkları atıp sevdiğimizin elini tutarken
 katledildik,
dövüldük,
istenmedik.
kalleş kurşunların, insansız küfrlerin adresi olduk,
 ama yine de biz olduk,
bitmedik ölmedik, istemediğiniz bu topraklardan kendi toprağımızdan gitmedik..
aynı inançla haykırıyoruz sesimizi duymaktan kaçanlara ibnesiyle, kürdüyle, ermenisiyle, süryansiyle
kendi toprağımızın sahibiyiz.. bin kere de vursanız bir kere düşmeyeceğiz.. zafer elbet zulmün üstüne yürüyenlerin olacak ve siz varlığından utanmazlar kendi suskunluğunuz ve kininizde boğulacaksınız

utanıyorum senden ey ülke
utanmazlığından, sana dokunmayan her yılanı kutsamandan, bizzat senin varlığından utanıyorum.

8 Kasım 2015 Pazar

öylesine

sevgilim bağışla,
sevgilin değilim.
sevemeyenin değil,
sevmeyi bilmeyenim ben.
çirkinliğim ruhumun sıkıcılığından.
fizyolojime bakacak olursak evet iyiyim,
turp gibi.
ruhum yatalak hasta acınasılığında.
sevmeyi öğrenmeye üşendikçe
kalbimi de ruhumu da eksik bırakmışım.
neyse saçmalamak bile gelmiyor içimden,
kendimden konuşmak istemediğim bir gün daha..

7 Kasım 2015 Cumartesi

iç kusuş

bir şeyleri unutmak geliyor içimden,
en unutmamam gereken bir şeyleri.
hüzünlerimi kurumuş vazo çiçeklerine yapılan muamele gibi
yüzümde onları artık istemediğimin kanıtı surat ifadesiyle atmak istiyorum.
yalnızlığımı yeni sevgilim yapmalıyım,
dürüstlüğünden şüphe duymayarak,
şüpheleri yurt edinmiş aklımı anavatanına çağırmalıyım,
gerçeklerin diyarına.
yokmuş benliğimde şüpheye yer
mutsuzluğummuş meğer mesken edindiğim şüpheler
yeniden bir şeylere inanmak gerekiyormuş yeniden;
ikinci şahısı olmayan aşklara,
anlatıcısı olmayan gerçeklere,
katili olmayan katliamlara,
hüznü olmayan ayrılıklara,
insanların saf acı kustuklarına..
kaçmak gerekiyormuş;
nefes alabilen her şeyden,
hayat ışığını açık bırakmış herkesten,
belki de kendimden bile..
duygusallığı unutmak geliyor içimden
tanrı yaptığım her tanrı varlığını silip atmak,
yazılarımı parçalamak,
ama önce bunları herkesle paylaşıp, 
sonra tüm nefretimi yazılarımın üstüne kusmak.
unutmam gerek bazı şeyleri,
unutmak.
yoksa nefretim kozmosa bulaşacak.
düştüğüm küçük durumlarda devleştim.
belki en güzeliyim ucubelerin,
ama sizin kadar iğrenç değilim.
artan şiddetli nefret kendi aydınlığımı söndürecek.
yazının şiddeti artıyor düzenli bir ivmeyle
üstüne kusacağım nefret, 
içinde yer buluyor yazının
'neden ben?' sorusundan vazgeçtim artık.
ne zamandır uğramaz oldu dilime.
konuşmaktan kaçıyorum, kapanmayan çenemden sıkılarak
ciddi muhabbetler mezarım oluyor,
gömülemiyorum.
evet;
yeri geliyor özlüyorum,
yeri geliyor üzülüyorum,
yeri geliyor ağlıyorum,
ama genel anlamda hızla ölüyorum.
katillerimin emeğini tebrik ediyorum.




uyuyan adam

Yine böyle bir gecede.
Biraz daha önce, biraz daha sonra.
Bir şeylerin yolunda gitmediğini,
Açık konuşacak olursak, yaşamayı bilmediğini.
Hiç bilmeyeceğini şaşırmadan keşfediyorsun.
Uyuyan Adam.

5 Kasım 2015 Perşembe

'kim?' demişti şair..

beyazla karışmış saçlarında kırılmış bir su damlasının griliğini bulduğum ve o 

damlaya okyanusları kurutacak bir dünyanın hayalini kurduğum adam.

4 Kasım 2015 Çarşamba

chesterfield mi ben mi

mavi chesterfield
mavi chesterfield
sen ki benden güzelsin dışından
peki için benim kadar iç açar mı
ciğerlerini benim kadar huzurla doldurabilir misin?
üzgünüm ellerin sempatiği, 
benim gözümde ucubeler güzelisin

1 Kasım 2015 Pazar

kurtuluşta bir evde

Bitirilmiş ama verilmemiş bir kolajın utangaçlığıyla yaslandığım bir omuzda geçirdim İstanbula veda saatlerini. Gözümün görmediği bir sinema perdesi peydah oldu beynimin arka duvarında.
  Ne garipti bu şehir; sırayla gördüm yaşadığım her şeyi. İlk ağlayışımın, bedenimin ve ruhumun parçalanışının, ilk yalnız hissedişimin, şaşkınlıkla insanların koşuşturmasını bir sandalye çekip izleyişimin başkenti olmuştu bu şehir.
 Her seferinde bu son gelişim olsun dediğim şehire yerleşme planlarıyla kapatmıştım gözlerimi, utanarak yaslandığım o küçük Atlas omuzunda. Ne defne bahçeleri kurmuştum halbuki bakanların kan ve katliamdan başka bir şey görmediği bu Anadolu coğrafyasına.
  Kurtuluşta küçük bir evde mi saklanmış bana bahşedilen huzur? Yaslandığım omuz, gözlerimi kapatmadan önce gördüğüm esmer  enerjili güzel, bir gece önce refakatimi yapmış donukluğuna saklanmış koca bir hayat dolusu bakışlı kırmızı gözlüklü kadın...
   Beynime nüfuz eden koko abla ikramıdır efendiler!. Peki bu sahneyi ablama anlatırken yaşadığım huzur? Bu kimin, ne için ikramıdır!?
 Karşımdaki kadın merakla bekliyorken yazının bitmesini, gözüm sadece fotoğrafa ve kağıda bakabiliyor. Olmak istediğim bu mu yoksa sadece?
 Ne çekti sahi beni? Temiz kalmışları bulabilmeli demeyi bırakalı çok olmuştu halbuki. Temiz kalan son insandım kendi dünyamda ve istemeden bulaşmıştım kir ve küfr dolu rasyonellerin dünyasına.
  "Bu çocuğu nereden hatırlıyorum?" diyor resmi kaynakların ablam olduğunu söylediği kadın, selonika türkülerinin o cüretkar ahusuyla. "Konumuz bu değil."diye geçiştirip yazmaya devam ediyorum; çünkü bu adam yazılmalı, bu adam yaşanmalı,  bu adam birilerine anlatılmalı.. "Güzel insanlar hala var, umut daha ölmedi, kurtuluşta bir evde ona dokunmayı bekliyor diyebilmeli.
  Esmer kadın dinlenmeli, kırmızı gözlüklü kadının haykıran bakışları seyredilmeli.
  Atlasın omuzunda göz kapaklarım bir biriyle sevişiyorken içilmeli Aresin Zeustan sakladığı şarap.
 Tüm Olimpos kıskanmalı Atlas olmuş adamı. Şanlılar güruhundan sayılmalı beynin arka duvarına yansıyan gülümsetme sebepleri.
  Ve işitmeli Afrodit deniz köpükleri yerine bir Anadolu annesinin rahminden gelmiş esmer kadının gülümsemelerini.
 Utancından ölmeli Athena , kırmızı gözlüklü kadının mütevazi ama bilgelikle dolu barış diye haykıran bakışları karşısında.
 Hestia sinirden çıldırmalı Atlas omuzlu adamın ince ruhu karşısında.
 Ve Apollon uğruma şaraplar akıtıp linelar hazırlamalı bu tanrı(ça)ları kıskandıran insanlara yazdıklarım karşılığında..

29 Ekim 2015 Perşembe

Şarkı Bitmiyor

Kürtçe bir müzik dinlerken yazıyorum bu yazıyı
bu toprakların acısının dilinden, 
hüzünü gırtlağa kilitleyen dilden.
'şahinim dağlarda' diyor,
'hazanım yüreğimde..'
hüzünleniyorum istemsiz.
geçmişteki her şeyi hatırlıyorum hüznümü pekiştirecek olan;
erkeklerimi,
sevdalarımı,
aşklarımı,
ayrılıklarımı..
şarkıda sevdiğini dağlara yol etmiş bir kadın ağlıyor,
gerçekte de 
dağlara emanet ettiğim her şey yüreğimdeki çizik sayısını arttırıyor.
yüreğimdeki turuncu gemi demir almış olmalı,
bu eksikliği başka türlü açıklamak güç.
ruhumun atlası olmayı kabul ettiğim gün farkettim;
koca bir dünya kurmuşum ruhumun içine.
sevebilmek isterken sevebildiğim tek şey dağlarımdı,
sevdim.
yaşamak için ölmekten korkuyordum,
farkında değilmişim,.
kendi kendimin katili olalı bir ömür olmuş.
ruhumu omuzlarımda taşırken 
adını bile bilmediğim bir limanı arıyorum kendi içimde

şarkı değişiyor...
hüznümün dalgası değişiyor.
anılar kovalamaca oynuyor zihnimde ,
cilveleştiğini sanan taze sevgililer gibi.
hepsinden iğreniyorum.
güldüğüm her şeye ağlıyorum istemsiz.
ağladıkça rahatlaması gerekir insan evladının,
ben ağladıkça daha dibe çöküyorum.
içimde tuttuğum göz yaşları daha bir batırıyor dibe, 
ruhunun ağırlığıyla çökmüş bedenimi.
yok oluyorum yavaştan.
ben dibi boyladıkça gülücükler saçan bir ben peydah oluyor,
toplum çöplüğünün içinde.
ölüm göğün yüzünden sırıtıyor suratıma,
ağzından akan salyalar çatıda ses buluyor.
vardır elbet bu kadar nefret dolu olmasının bir sebebi
soğuk içimdeki soğukla sevişmeye çalışırcasına deliyor bedenimi
varım yoğum buz tutuyor
bir çift turna canlanıyor gözümde
kusmak istiyorum,
olmuyor.
sanki bir kusabilsem bitecek her şey, kurtulacağım tüm ağırlıklarımdan 
ama ben kusmayı bilmiyorum.

şarkı değişiyor..
gözümü umut veren her şeye kapatıyorum
'sen insansın' diyor adamın biri.
ben bu kadar katil bir ırktan olduğuma inanmıyorum.
kaçırıyorum kulağımı sesten,
ama ses bırakmaz insanı.
çarpışıyoruz oturduğum mutfağın orta yerinde.
sarıldıkları acılarımı bırakıp geçmelerini bekliyorum günlerin,
gitmiyorlar.
tepemde cesedimi bekleyen akbabalardan farksızlar.
şarkı haykırmaya devam ediyor 
'sen insansın, sen insan'
değilim diyemiyorum.
yüreğinde acı tutana denir insan
'ben insanım' diyorum.

şarkı değişiyor..
gözlerimde tanımadığım bir ıslaklık,
özlem mi?
kayboluş mu?
pişmanlık mı?
yüzüme vuran gerçekler mi?
ölüm mü?
hepsinin aynı anda olmasından korkup, korkumdan ağlıyorum.
ağlamak rasyonel bir mesele. 
irrasyonel olan şey benim benliğim.
gözlerimi sahiplenen ıslaklıktan utanıp kapatıyorum gözlerimi,
yanağım ıslanıyor.
peşimi bırakmayan duygularla koşuyorum kendi içimde oradan oraya
kuru bir yer arıyorum,
bulamıyorum.
ben yanarım sen için dediğim kimse
ıslatmadı ateşimi
kalan küllerimle karşılaşıyorum bir anda
geçmiş atlıyor karşıma
neler yaptın sen diye soruyor bana.
bilmiyorum.

şarkı değişiyor..
duruyorum,
gözlerim net görmekten aciz,
kapatıyorum,,
göz kapaklarım üçüncü sınıf bir sinema perdesi oluyor,
yolumun üstündeki engerekleri görüyorum.
ne çok acı verenim olmuş bu kadar kısa zamanda.
kimseyi suçlayamıyorum,
kimseye kızamıyorum.
bir mermi gibi deliyor perdeyi şarkıyı söyleyen adam sözleriyle.
hiç bir şey değişmemiş, 
ruh halimden başka.
üzgün ya da başka bir şey değilim
şaşkınım sadece.
değişmeyen her şeyin içinde 
oradan oraya sıçrıyorum.
hiçleşiyorum.
soyutlanıyorum, tüm rasyonel değerlerden.
zehir zemberek bir tat geliyor sigaramdan
izmaritmiş meğer çektiğim.
yağmurlu bir Ankara akşamı yazdığım yazı akıyor gözümün önünde
yabancı ıslaklık eşlik ediyor her harf arasına
metinin akışına bırakıyorum gözlerimi
sakallarımın diplerine kadar ıslanıyorum
elim kendine yol bulmuş tuzlu suyu temizlemeye kalkamıyor.
şarkı değişiyor..
korkuyorum..
şarkı değişiyor özlüyorum..
şarkı değişiyor..
'bekle ben öleyim, o zaman gel' diyorum.
şarkı değişiyor..
kimsenin geldiği yok
şarkı değişiyor..
kimseden gittiğim yok.
şarkı değişiyor
değişiyor ama çıt sesinin çıkmadığı bu mutfakta
şarkılar bitmiyor.

28 Ekim 2015 Çarşamba

gidiyorum hepsi bu

ayrılmalıyız..
çünkü iki kişilik bir hayali tek başıma yaşamak yoruyor
çünkü apollonun defne bahçesini yaratacak gücüm yok
çünkü..
çünkü azizim kıskanıyorum.
gitmeliyim..
olmadığın bi yere
görmeyeceğim bi yere
görmeyeceğin bi yere
hiç tanışmadığımız o 21 ağustos gününün öncesine
seni sevdiğimi iliklerime kadar hissettiğim o ankara-mersin treninin öncesine
şehvetinle zevke gelip cennet bahçelerini izlediğim o kirli kanepenin öncesine
adını bile bilmeyen insanların olduğu bi yere.
unutmalıyım
ismini
sevdiğini
izlerini
her zerresini ezberlediğim bedenini
keşfettikçe mutluluk atlasına yeni kıtalar çizdiğim ruhunu
herkese açmaktan sıkıntı duymadığın kalbini.
huzurun başkenti talan edildi zihnimde
huzurun kralı başka bir ülkeye göç etmiş
en sadık insanına söylemeden hem de.
yanılgılarım yorgunluğumdandır.
mutlu olmaya çalışmaktan yoruldum zira.
yoruldum..
gidememekten
meşru olanla gidilen yerlerde unutulmaktan
beklemekten
özlemekten
kavuşamayacağını bile bile beklemekten
yüreğim yırtılıyor her harfte
gözlerim sevdamdan kurtulmak istercesine kusuyor
kirlenmiş dünyanın temizini kirletiyorum
ne kaldıysa yüreğimde acıdan yana bana kalsın.
demiştim yokluğun yabancı değil bana
bir tanıdık dostla muhabbet eder gibi gidiyorum.
tüm acıları yüzüme yüzüme çarpa çarpa
sokağım sessiz, şehrim sessiz, ülkem sessiz.
ruhum.. sahi ruhum nerde?
kötü seviyorum ben
mutsuz ederek
boğarak
sıkarak
kötüyüm ben azizim
kötü seven herkes kadar kötü.
tanrısız kaldı tüm dinler,
tüm dinler bir mezar başında ağlıyor
yarattıkları en güzel duyguyu gömdüğüm mezar mezarları oluyor.
tanrıların kıskandığı adam..
beyaz saçları huzurun simgesi olmuş adam..
göğsü tüm cennet vaadlerinden daha huzur kokan adam..
içim acıyor
kanıyor
ama gidiyorum
tut elimi diyemem
elini tutmak istediğin ben değilim biliyorum
haddimi bilirim
susarak
kursağımda kalmış tüm hayalleri
tüm sevişmeleri
tüm sarılmaları
kavuşmaları
aşkı
sevdayı yutkunarak gidiyorum.
nereye olduğunu inan bilmiyorum
aklımı da kalbime de seni gören bir kuytuya bırakıp gidiyorum.
ne zor işmiş sevmek
beceremedim
seni senin istediğin gibi sevemedim.
kulağıma fısıldıyor şarkı 'acıttın canını sevdikçe'
sorular yok
şikayetler yok
hayaller yok
işin kötüsü sevgiye muhtaç kalbim de yok
enkazımı alıp da gidiyorum
kendini kandırmış bir aptal olarak gidiyorum
herkesin gördüğüne bakmayan ben gördüğümün acılarıyla gidiyorum
yaşayacağın mutluluklar mutluluğum olsun
dağlar bir sevdaydı ben de
sırdaş
dost
şimdi o dağlar sadece benliğimi bırakıp emanet ettiğim sensin
acılarımın zirvesi
özlemin merkezi
huzurun beşiği
beni bana getirecek olan her şeyin meskeni
hepsini bırakıp kaçıyorum
çünkü gitmeliyim
sevmekten vazgeçmeliyim
kafa karıştıran olmaktan geri durmalıyım
bir şeylerin yanlış gittiğini gördüm
anladım
öğrendim
yanlışların tüm doğruları götürmesini izlemeden gitmeliyim
hatırlatacak her şeyin üstüne bi asfalt çekip unutmalıyım
gözümden akan yaşlarla senin umutlarını yeşertmeliyim.
gitmeliyim.. tek bildiğim bu
ben gidiyorum beyaz saçlı
tüm hayallerinin olması tek duam.
huzur kokan göğsünün kokusu hak edenlerin ruhuna işlesin umuduyla..

Katledilenler Oldu Bu Ülkede

Ereksiyon olamadığı bir sevişmenin içinde yaşıyor bu ülke, zevk alamadığı her şeye müdahil, zevk verecek her şeyden nefret edercesine…

Kendi beceriksizliğini ötekine atmaya çalışıp kendini sorunsuz göstermeye çalışıyor bu ülke. Kendi gelmeyecek orgazmını beklerken karşıdan gelen tüm menileri boşluğa döken.
Bir fahişenin müşterisine baktığı gibi bakıyor bu ülke insanlarına…

Bir Rum ağıtında kulak yırtan bir nida gibi çiziyor tüm inleme seslerinin üstünü, insanları öldürüyor bu ülke. Doğacak yeni kuşaklar istediği gibi olsun diye. Kendinden olmayan tüm tohumları yakıyor, kurutuyor bu ülke…

Çocuğu sokakta kuşları izlerken öldürülmesin diye kapılara kilit vuruyor anneler, oğlunun arkasından sol elleri yumruk olmuş göğü döverken sağ elleri gözlerini kurutuyor anneler bu ülkede. Arkadaşlarını bir buzdolabında izliyor çocuklar bu ülkede. Meydanlardan arkadaşlarının parçalarını arayarak topluyor çocuklar bu ülkede…

Birileri kahrından açamıyor göz kapaklarını, oynatamıyor ağzını bu ülkede. Birileri sevincinden bayram ediyor. Birileri meydanları mesken eylemiş arkadaşlarını arıyor sol yumruklarıyla göklerde. Birileri ışığın önüne setler kurmuş evlerinin pencerelerinde…

Kahrolasıca bir kan açlığı çekiyor bu ülke, bir uzun adamın elinde. Barış için sevişenlerin tohumlarını kurutan bir ağzındaki salyayla kükreyen ve açlıktan geberir gibi kan isteyen adamın elinde…

Barışa çığlık olan kardeşleri katletti bu ülke. Barış için halay çekenlerin üstüne saldı ölümü, kanı. Bu meydanlar kanlı kaldı, meydanlar mezar kaldı. Bu meydanlar, bir tek meydan olamadı bu ülkede…

İnsanlar Kürt oldu, top oldu, Rum oldu, o oldu, bu oldu ama insan olamadı bu ülkede.
O canlı da katil oldu, nefret tohumu oldu, hırsız oldu; ama bu ülkede yaşayan bir kadının oğlu olamadı, beceremedi insanlığı ve suçunu örtercesine katletti tüm insan olanları…