24 Kasım 2015 Salı

üşüdü bileklerim

gitmez dediğim her şeyin siktir olup gidişini görmek istedim
en bırakmaz denilen yerden başladı film
bileğim çıplaklıkla terbiye edilmeliydi
soyunup bir kenara attı ruhum tüm anıların izlerini
bileklerim üşüdü
bilekliklerim kırıldı
kırılan tüm yerlerin özeti bir kırılmaydı bu
vazgeçemem lafını lugatımdan silmem gerekliydi
bunun içinde rasyonel bir eylemlilik gerekliydi
ve kurban edebileceğim tek şey bilekliklerimdi
yeni başlangıçlara
kaçışlara
kararlara
imhalara
kurban ettim tüm bilek süslerini
üşüyor şimdi bileklerim
bak yüreğim yalnız değilsin.

bir garip coğrafya

ne güzel sevişiyor insancıklar
bedenlerindeki fazlalıkları atıp kurtulmak için ne çok çabalıyorlar
öldürülen bir trans kadın var İstanbul'un bir evinde
öldürülen çocuklar var Nusaybin denen yerin evlerinde
sadece çocuklar da değil analar babalar da öldürülüyor
hoyratça sevişiyor insancıklar
tüm ölümlerin acısını haykırarak atıyorlar bedenlerindeki zevk artığı sıvıları
yoklukları kaldı ölenlerin
boşlukları
utanıyorum damlayan her sıvıda
gözyaşları düştükçe yanaklarından acıların sahiplerinin
kayboluyorum bir damlalık okyanusun içinde
bir hezimet yaşıyorum kendi kendime
çok savaşıp çok öldük
dünyanın toprağına dahil olup
vatan denilen nanede düşman olduk
burası dünya ya hu demişti şair
burası toprak ya hu diyorum
bir trans öldürüldü bu gün bir evde
belki de bir kaç evde
bir hayal katledildi bir yerlerde
bir umut ağacı soldu yine
ve hoyratça sevişti insancıklar sıkı sıkıya kapanmış perdelerin arkasında
inleyerek boşaldı insancıklar
sigaralarını derin derin çektiler içlerine peçelerle plastik artıkları çöpe atmadan önce,
ölen ölmüş dedi bağzı insancıklar
dumanlarını ciğerlerinden söküp atarken
insanlar ölürken umursamıyor insancıklar
utancım nefesimi kesiyor
umarsızlığınız canımı yakıyor
ama ben boşalamıyorum
o peşinden koştuğunuz orgazmdan hoyratça uzaklaşıp
acılardan ve ölümlerden ibaret bir coğrafyanın ortasına koşuyorum






21 Kasım 2015 Cumartesi

olmasaydı sonumuz böyle

hak etmemiştim ben bunları
bu kadar kötülüğüm dokunmamıştı halbuki
bu kadar öldürmemiştim kimseyi
bu kadar öldürmemişti kimse beni
hüzünlerden değil bu sancılar
bir sancı neremde olduğunu bile tanımlayamadığım bir sancı
ölüm gibi bir şey geziyor etrafımda
tüm neşemi söküp ciğerlerimden alan
haybeye güldüğümü bile bile
en yalancı mutluluk pozunu ben veriyorum
sonra bir şarkı dökülüyor dilimden zihnimden
kendine iyi bak beni düşünme
sonra kendimle hesaplaşıyorum
o zaten kendine bakar sıkıntısı yok
sen kendi haline bak..
bakamıyorum
aynada bir yabancıyla yüzleşip
bir yabancıyı dinliyorum
kafamda sürekli aynı adamın farklı şarkıları dönüyor
devrimci miydi
aşık mı 
yoksa ikisi birden mi
hasretiyle ölmüş bir adam 
hasretle ölmenin garantisini veriyor dinledikçe
acıtıyor ama kanatmıyor
kanamayan her yerimden yaralar çıkıyor
bir kuru dalın ağacından kopması gibi sıyrılıp gittiğim hayatlar bahşeden dünyayı seviyorum
dünyanın temizini kirletmeden gidebildim diyerekten sevinmeye çalışıyorum
kendimi ne zaman düşünür olacağım peki ben
ne zaman kendim için bir tebessüm düşecek dudaklarıma
ihanet mi ettim kendime
aşkını haykırırken çekip gitmek 
ismini dilinden silip çekip gidebilmek
saçlarını, sırtındaki benlerin yerlerini, kolunun altındaki artık olmadığına inandığım o çizgiyi
sigara içerken yana büzülen dudağını, dudağının bittiği yerdeki tanımsız izi.. hangisini unuttum?
unutmak mı gerekir artık acı duymamak için
sakin göllerin dalgası olmaya kalktım
kıyıya vurup paramparça olan yine ben oldum
gözümün yaşarması mühim değil
ağlamadan geçmeyeceğini öğrendim
her şeyi öğrenip hiç bir şeyi anlayamamak
hiç bir şeyi ifade edememek 
bunları ne zaman hakettim ben
kime ne yaptım iyilikten başka da en rezil duyguyu yaşar oldum
utancım kendime
sinirim kendime
yabancılığım kendime
her şey kendime 
şu çalan şarkı dışında
diyecek lafım kalmamış benim buralara
ne demişti hasretiyle ölen adam
olmasaydı sonumuz böyle..

20 Kasım 2015 Cuma

siz artık çok oldunuz

topraklarımız sormuyor içine alırken bizi nerelisin diye
menilerinizin kokusuyla lanetlenmiş kadınlardan nefret ediyor
bu ülkenin 'erkekleri'
suçlarını örtmek istercesine atıyorlar toprağı üstlerine
kadın doğamamış kadınlar sırf neyin ne olduğunu bilmeyen insanlar tarafından öldürülüyor
hiç bir soru sormadan kabul eden toprağın koynunda
Anadolu açamamış bir dünya gökkuşağı dolu
ölülerimizi katillerimizin elinden alınca sevinir olduk biz bu topraklarda
ölüm varlığımızın üstünde gezinirken koskoca bir el hareketi çektik mücadelemizle
aç bıraktınız sokaklara çıktık
evden kovdunuz sokaklara çıktık
hasta ettiniz sokaklara çıktık
evimiz sokaklar olmuşken
bizi sokakta da istemediniz
sahi siz bizi neden istemediniz?
trans dediniz, devrimci dediniz, muhalif dediniz
nefret edip gebertmeye yeltendiniz
adımızı sildiniz amenna
peki bizi biz yapan mücadelemiz?
gökkuşağına griyi yamamaya kalktınız
ama yanlış ata oynadınız
dönmelere doyamadık
direnmeye doyamadık
hayata doymadık
nefretinize doyduk ama.
nefretiniz mücadelemiz oluyor
biteceğini sandığınız yer başladığımız yer oluyor
siz ses çıkarma dedikçe çığlık attık
ibne dediniz ibneyiz dedik
çapulcu dediniz çapulcu olduk
ama her şartta biz olduk
evimiz olan sokakta olduk
aile olduk hem de kocaman bir aile
meni kokusundan utanmayan
penis ve vajina demekten utanmayan
hatta çıplaklığı edepsizlik değil varoluş sayan olduk
biz insan olun dedik siz deccal oldunuz
kusura bakmayın ama siz artık çok oldunuz
doğuda da ölsek batı da  da ölsek
siz ne ad takarsınız bilmem biz insan öldü diyoruz
sizden olmayanın öcü olduğu topraklar yaratmaya kalkışmayın
biz Mezopotamyanın beşiğinde uyumuş kimliksiz kişilikleriz



bitmiyoruz işte

ölüleri eve geldiğinde sevinen insanlar olduk biz
biz kim miyiz ötekileriniz.
seve seve öldürdükleriniz hani
ibne diye
muhalif diye
devrimci diye,diye diye diye
yok etmeye çalışıp boğazına bıçak geçridikleriniz
bıçağınız kesmiyor anlayın artık
ölümden korkmuyoruz bilin hele şunu bir
koskocaman bir aile yaptınız bizi nefretinile
hergün yeni yeni bireylerin katıldığı büyüdükçe büyüyen bir aile
tanımadığım aziz kardeşim oldu
boğazını kestiğiniz translar ablam
siz sistem kölesi olmuş insanlarla hasım olduk
iyi ki de olduk
vurduğunuz yerde güller açıyor
acımız bizi yine sarmaş dolaş ediyor
öldürdüğünüz yerden tekrar doğuyoruzx
siz küçüldükçe dikleşiyoruz dikleştikçe sivriliyoruz
biz sivrildikçe üstümüze yürüyorsunuz ama
bilmiyorsunuz siz yürüdükçe biz yine büyüyoruz
bitirdik dediğiniz yerden tekrar başlıyoruz kavgaya
tükettik dediğiniz yerden tekrar yeşeriyoruz
acımasız düzeninizle alay edip üstüme sertiğiniz ölüme rağmen
inadına barışla mutlulukla inançla yaşıyoruz
biliyoruz gökkuşağı doğacak barışa hasret bıraktığınız bu toprakların üstüne
biz seveceğiz
insanlar sevecek
ve siz adını bile telafuz edemediğiniz o duygunun büyüklüğünde boğulup
kaybolup giderken sarılacağız ölülerimize
iki ay yolunu beklediğimiz Azizin mezarına koşup bittiler diyeceğiz
kimsesizler mezarlığını layık gördüğünüz ablalarımızın kardeşlerimizin mezarına koşup
bitti abla bitti diye sevinç çığlıkları atacağız
fıtratımızda yok ölmek
isimlerimiz gidince mücadelemiz kalacak bizim bu topraklarda
ötekileri olduğumuz toprakların öçocuğuyuz biz
bu topraklarda vardık
bu topraklarda varolacağız
nefretiniz homofobiniz silahınız kana susamış benliğiniz tüketemedi
tüketemeyecek
beylik laflar savuruyorum sanılmasın
gördüklerimi duyduklarımı yazıyorum
susadığınız kan boğazınızda düğümlenirken anlarsınız elbek
bu ülkede translar, muhalifler, azizler,boysanlar,zelişler özetle bizler bitmeyecek..

19 Kasım 2015 Perşembe

bir şeyler oldu

sevdiğimin adamın gamzeleri yoktu,
ama kusursuzdu
kusurlarıyla kusursuzdu hem de
istediğim her şeye ulaştığımı sandığım zamanlardı
istediğim her şeyin aslında fersahlarca uzağımda olduğundan haberim  olmadığı zamanlardı.
özgür yaşamlar için canlar kaybediyorduk ve benim ortaya koyduğum tek şey sevdamdı
canımdan kıymetli olan değerler bütünüydü
belirsizlikleri yollarımıza arnavut kaldırımı yapmış yürüyorduk
ama yol da kusursuzdu
iki gün düşünceli bir gün mutlu olabiliyorduk 
ama kusursuzduk
ya da kusursuzdu
üzüldüğüm çok oldu
ya da eksik hissettiğim yanındayken

kusursuz hislerdi bunlar kusursuz bir yarımlık
uzaklaşmalarımız vedalarımız hepsi kusursuz birer ritüeldi
ve tanrı kıskanmış olmalı kusursuzluğun baş karakterini
'ol' dedi big bang denilen olaydan sonra ilk kez.
ve garip, tarif etmekte güçlük çekilen bir şeyler oldu.
sevdadan kaçan bir aşık peydah oldu
gidene tek kelime etmeyen bir kusursuz peydah oldu
iki peydahı kaldıramayan dünya yok oldu.
fahişeler penis sevmez oldu
kırmızı ışıklı loş odalar romantizme ve erotizme mezar oldu 
insanlar yok oldu
iki kişiye ait  tüm hayaller tepetaklak oldu
birileri gitti
birileri gitme demedi
birileri izledi
birileri ilgilenmedi
herkes ruhuna bir mezar kazdı ama gömemedi
gömülemeyen tüm ruhlar özlem denilen bir şey doğurdu
tüm yeni doğan gibi bu şey de biraz kusurluydu
tüm kusursuzları gözleriyle doğuran çocuk bu sefer kusurlu bir duyguyu yaşar oldu
tanrı utanmadı oldurduklarından
insanlar utanmadı öldürdüklerinden
çocuk utandı tüm kusursuz hislerinden en çok da kendinden
kimse gelmedi gittiği yerlerden
kimse beklemedi gidenleri
kimse izlemedi ölenleri
kimse üzülmedi
kimse kimseleştiğini kabul edemedi
herkes biraz öldü ama kimse toprağın altına yerleşmedi
her şey bitti ama hiç bir şey kutusuna geri konmadı
bir şeyler değişti 
orgazma hasret bir tanrının orgazm yaşayanlara olan haseti yüzünden
bir şeyler değişemedi
tanrının gücü bile yetemedi kusursuz olana
kötüleştiremedi
ama 
aması yok işte
kusursuz bir ölüm vardı ortada kim olduğu belli olmayan
sahipleneni olmayan
bir korkak çocuk vardı
sadece korkak bir çocuk.


kafam karışık

acıyorsa içim birden bire,
durduk yere
suç benim.
seven bendim,
peşinden giden bendim
üzülen de bendim
karşısı yoktu hiç bir şeyin
ben vardım hisseden
yine bir ben vardım hissetikleriyle geberip mezara giremeyen
şimdi bir yorgunluğun baş ağrısını bahane edip kaçıyorum yüreğimin acısından
bir karadeniz türküsü eşlik ediyor aklımdan geçen geçmiş günlerin görsellerine.
gözümü açsam kaybolacak saklandığım dünya
sonra bir yazma isteğiyle yine elime yapışan kalem kusuyor defterin temizine,
utanıyorum böyle olunca.
niye hala yazabiliyorum kendimi?
koca bir insanlık varken can çekişen ölen katledilen
nasıl oluyor da kendime kalabiliyorum?

18 Kasım 2015 Çarşamba

Ayna ve Yorgan

Vazgeçmeye çalıştığım tüm duygular yine yatağımda yorgan olup yaktı bedenimi..
Sakladığım ne varsa döküldü pandoranın kutusundan.
Özlüyorum demeye utanıyorum.
Utanıyorum diyemeyecek kadar da kendime mahcup kalakalıyorum koskaca kozmosda kum tanesinden bile küçük sayılacak bir noktada
Unutmaktan korktuğum ama hatırlamaya utandığım şeyler doluşuyor zihnime
Bir koku, çenenin altına saklanmış minicik bir çiziğin belirtisi..
Hatırladıkça boğazımı düğümleyen detaylar
Kırgınlığımın üzerinden atlayamıyorum bu sefer
Kimseye değil düpedüz kendime kırgınım
Yine en çok kendime mahçup
Yüzüme bakamıyorum an geliyor
Nasıl yaptın tüm bunları kendine diye
Affettirecek en ufak bir bahane bile kabulümken
Olduramıyorum bağışlanma bahanesini
Yine küfr yağdırıp kendi kendime, saklanıyorum hatıralardan bir yorganın içine
Ağlamayı unutur gibiyim
Kayıtsızlığım kendimden nefretimden mütevelli
Yok saydığım bir benlik var ortada, en ufak bir iç sese tahammülüm yok.
Görseller anlık değişse de kendime yaptığım ayıp baki.
Affedemiyor bir türlü kendim kendimi
Çıkıp yorganın altından aynaya koşuyorum
Ne olduğumu hatırlamaya çalışıp nerede olduğumu bile unutuyorum.
Severdim ben kendimi
Şimdi kendimden uzak olan her şeyin peşinden koşuyorum
Sonunda yorulduğumda yine o acısından zevk aldığım yorganın altına girip bekliyorum
Dışarda vücudumu yatakta ruhumu acımasızca hırpalıyorum
Ama kaçamıyorum
Kaçmak istediğim ama arkamdan gelsin dediğim her şey yorganın altında vucüma sarılıp sokakta yürürken elimden tutuyor
Bilinmezliklerden çıkıp hissedilmezlere geçiyorum
Yorganın altında benliğimi arayıp hiçliğime sarılıyorum
Kendimi kendi üstümde kurumuş bir sperm gibi görüyorum

10 Kasım 2015 Salı

Ecelsiz Ölümlerin Vatanı Burası

Delilanın memleketinde keskin nişancılar çıkmış ortaya,
Agidin toprakları kana bulanmış YİNE!.
Öldürülmüş yine gencecik insanlar..
Toprak mahcup,
Koskoca coğrafya mahcup,
sığdıramıyor kendi halkını kendi topraklarına.
hiç bir şey bırakmamış barış için kan dökenler,
dökülen kan ve korkudan fısıldayarak yakılan ağıtlardan başka..
toprak küsmüş, almış tüm verdiklerini geri.
hava küsmüş, almış tüm tatlı esintilerini.
dağlar dayanamamış halkının çektiği zülme,
oyuklar açmış koynunda
çağırmış tek tek 'gelin bana' diye.
Kimsesiz kalan halkın her şeyi olmuş kurak kalmış dağlar.
Halk yemin etmiş kanımızla yeşerecek dağlarımız,
kanlarının yetmediği yerde dağın koynunda uyuttuklarına döktükleri yaşlar yetişmiş imdatlarına.
sekiz gün boyunca kimsenin bakmadığı bir coğrafya var bu ülkenin doğusunda.
filistin için suriye için atılan ağıtların tek biri sekmemiş yanlışlıkla bu ülkenin doğusuna
beslemesi olmuş o coğrafya bu ülkenin.
evin sahiplerini kovmaya kalkan yüzsüz misafir olmuş bu ülke o coğrafyada.
ölüyoruz diyor bir halk!
burdayız diyor bir halk!
nasıl duymazsınız !?
çığlıkları yürekleri yırtıyor martıların,
nasıl hissetmezsiniz !?
yüreğinden vuruluyor koskoca bir halk ,
gözümüzün önünde değil gözümün içinde!
suskunluğun vakti midir!?
evinden kovulmak istenen koskoca bir halk
kapı dışarı edilirken,
nerde bıraktık insanlığımızı..
insan doğduk hey beşer!
dilini bilmemize gerek mi var ,
bir ananın ağıdını duyunca ciğerlerinizin tıkanması için!?
doğuda doğmak mı gerekir illa zulme karşı göğüs germek için?
nedir suskunluğunuzun sebebi hey beşer!?
ölüyor koskoca halk!
eceliyle değil!
topla tüfekle
nedir koltuğunuzda yayılırken içinizi rahatlatan bok püsür?
toprağın koynuna giriyorken koskoca bir halk.
ölümü ölürken öğrendik biz,
erkekliğimizle kalkıp bir erkek sevdik diye öldürülüp katledilirken öğrendik.
Kan değil barış istiyoruz çığlıkları atıp sevdiğimizin elini tutarken
 katledildik,
dövüldük,
istenmedik.
kalleş kurşunların, insansız küfrlerin adresi olduk,
 ama yine de biz olduk,
bitmedik ölmedik, istemediğiniz bu topraklardan kendi toprağımızdan gitmedik..
aynı inançla haykırıyoruz sesimizi duymaktan kaçanlara ibnesiyle, kürdüyle, ermenisiyle, süryansiyle
kendi toprağımızın sahibiyiz.. bin kere de vursanız bir kere düşmeyeceğiz.. zafer elbet zulmün üstüne yürüyenlerin olacak ve siz varlığından utanmazlar kendi suskunluğunuz ve kininizde boğulacaksınız

utanıyorum senden ey ülke
utanmazlığından, sana dokunmayan her yılanı kutsamandan, bizzat senin varlığından utanıyorum.

8 Kasım 2015 Pazar

öylesine

sevgilim bağışla,
sevgilin değilim.
sevemeyenin değil,
sevmeyi bilmeyenim ben.
çirkinliğim ruhumun sıkıcılığından.
fizyolojime bakacak olursak evet iyiyim,
turp gibi.
ruhum yatalak hasta acınasılığında.
sevmeyi öğrenmeye üşendikçe
kalbimi de ruhumu da eksik bırakmışım.
neyse saçmalamak bile gelmiyor içimden,
kendimden konuşmak istemediğim bir gün daha..

7 Kasım 2015 Cumartesi

iç kusuş

bir şeyleri unutmak geliyor içimden,
en unutmamam gereken bir şeyleri.
hüzünlerimi kurumuş vazo çiçeklerine yapılan muamele gibi
yüzümde onları artık istemediğimin kanıtı surat ifadesiyle atmak istiyorum.
yalnızlığımı yeni sevgilim yapmalıyım,
dürüstlüğünden şüphe duymayarak,
şüpheleri yurt edinmiş aklımı anavatanına çağırmalıyım,
gerçeklerin diyarına.
yokmuş benliğimde şüpheye yer
mutsuzluğummuş meğer mesken edindiğim şüpheler
yeniden bir şeylere inanmak gerekiyormuş yeniden;
ikinci şahısı olmayan aşklara,
anlatıcısı olmayan gerçeklere,
katili olmayan katliamlara,
hüznü olmayan ayrılıklara,
insanların saf acı kustuklarına..
kaçmak gerekiyormuş;
nefes alabilen her şeyden,
hayat ışığını açık bırakmış herkesten,
belki de kendimden bile..
duygusallığı unutmak geliyor içimden
tanrı yaptığım her tanrı varlığını silip atmak,
yazılarımı parçalamak,
ama önce bunları herkesle paylaşıp, 
sonra tüm nefretimi yazılarımın üstüne kusmak.
unutmam gerek bazı şeyleri,
unutmak.
yoksa nefretim kozmosa bulaşacak.
düştüğüm küçük durumlarda devleştim.
belki en güzeliyim ucubelerin,
ama sizin kadar iğrenç değilim.
artan şiddetli nefret kendi aydınlığımı söndürecek.
yazının şiddeti artıyor düzenli bir ivmeyle
üstüne kusacağım nefret, 
içinde yer buluyor yazının
'neden ben?' sorusundan vazgeçtim artık.
ne zamandır uğramaz oldu dilime.
konuşmaktan kaçıyorum, kapanmayan çenemden sıkılarak
ciddi muhabbetler mezarım oluyor,
gömülemiyorum.
evet;
yeri geliyor özlüyorum,
yeri geliyor üzülüyorum,
yeri geliyor ağlıyorum,
ama genel anlamda hızla ölüyorum.
katillerimin emeğini tebrik ediyorum.




uyuyan adam

Yine böyle bir gecede.
Biraz daha önce, biraz daha sonra.
Bir şeylerin yolunda gitmediğini,
Açık konuşacak olursak, yaşamayı bilmediğini.
Hiç bilmeyeceğini şaşırmadan keşfediyorsun.
Uyuyan Adam.

5 Kasım 2015 Perşembe

'kim?' demişti şair..

beyazla karışmış saçlarında kırılmış bir su damlasının griliğini bulduğum ve o 

damlaya okyanusları kurutacak bir dünyanın hayalini kurduğum adam.

4 Kasım 2015 Çarşamba

chesterfield mi ben mi

mavi chesterfield
mavi chesterfield
sen ki benden güzelsin dışından
peki için benim kadar iç açar mı
ciğerlerini benim kadar huzurla doldurabilir misin?
üzgünüm ellerin sempatiği, 
benim gözümde ucubeler güzelisin

1 Kasım 2015 Pazar

kurtuluşta bir evde

Bitirilmiş ama verilmemiş bir kolajın utangaçlığıyla yaslandığım bir omuzda geçirdim İstanbula veda saatlerini. Gözümün görmediği bir sinema perdesi peydah oldu beynimin arka duvarında.
  Ne garipti bu şehir; sırayla gördüm yaşadığım her şeyi. İlk ağlayışımın, bedenimin ve ruhumun parçalanışının, ilk yalnız hissedişimin, şaşkınlıkla insanların koşuşturmasını bir sandalye çekip izleyişimin başkenti olmuştu bu şehir.
 Her seferinde bu son gelişim olsun dediğim şehire yerleşme planlarıyla kapatmıştım gözlerimi, utanarak yaslandığım o küçük Atlas omuzunda. Ne defne bahçeleri kurmuştum halbuki bakanların kan ve katliamdan başka bir şey görmediği bu Anadolu coğrafyasına.
  Kurtuluşta küçük bir evde mi saklanmış bana bahşedilen huzur? Yaslandığım omuz, gözlerimi kapatmadan önce gördüğüm esmer  enerjili güzel, bir gece önce refakatimi yapmış donukluğuna saklanmış koca bir hayat dolusu bakışlı kırmızı gözlüklü kadın...
   Beynime nüfuz eden koko abla ikramıdır efendiler!. Peki bu sahneyi ablama anlatırken yaşadığım huzur? Bu kimin, ne için ikramıdır!?
 Karşımdaki kadın merakla bekliyorken yazının bitmesini, gözüm sadece fotoğrafa ve kağıda bakabiliyor. Olmak istediğim bu mu yoksa sadece?
 Ne çekti sahi beni? Temiz kalmışları bulabilmeli demeyi bırakalı çok olmuştu halbuki. Temiz kalan son insandım kendi dünyamda ve istemeden bulaşmıştım kir ve küfr dolu rasyonellerin dünyasına.
  "Bu çocuğu nereden hatırlıyorum?" diyor resmi kaynakların ablam olduğunu söylediği kadın, selonika türkülerinin o cüretkar ahusuyla. "Konumuz bu değil."diye geçiştirip yazmaya devam ediyorum; çünkü bu adam yazılmalı, bu adam yaşanmalı,  bu adam birilerine anlatılmalı.. "Güzel insanlar hala var, umut daha ölmedi, kurtuluşta bir evde ona dokunmayı bekliyor diyebilmeli.
  Esmer kadın dinlenmeli, kırmızı gözlüklü kadının haykıran bakışları seyredilmeli.
  Atlasın omuzunda göz kapaklarım bir biriyle sevişiyorken içilmeli Aresin Zeustan sakladığı şarap.
 Tüm Olimpos kıskanmalı Atlas olmuş adamı. Şanlılar güruhundan sayılmalı beynin arka duvarına yansıyan gülümsetme sebepleri.
  Ve işitmeli Afrodit deniz köpükleri yerine bir Anadolu annesinin rahminden gelmiş esmer kadının gülümsemelerini.
 Utancından ölmeli Athena , kırmızı gözlüklü kadının mütevazi ama bilgelikle dolu barış diye haykıran bakışları karşısında.
 Hestia sinirden çıldırmalı Atlas omuzlu adamın ince ruhu karşısında.
 Ve Apollon uğruma şaraplar akıtıp linelar hazırlamalı bu tanrı(ça)ları kıskandıran insanlara yazdıklarım karşılığında..