29 Ekim 2015 Perşembe

Şarkı Bitmiyor

Kürtçe bir müzik dinlerken yazıyorum bu yazıyı
bu toprakların acısının dilinden, 
hüzünü gırtlağa kilitleyen dilden.
'şahinim dağlarda' diyor,
'hazanım yüreğimde..'
hüzünleniyorum istemsiz.
geçmişteki her şeyi hatırlıyorum hüznümü pekiştirecek olan;
erkeklerimi,
sevdalarımı,
aşklarımı,
ayrılıklarımı..
şarkıda sevdiğini dağlara yol etmiş bir kadın ağlıyor,
gerçekte de 
dağlara emanet ettiğim her şey yüreğimdeki çizik sayısını arttırıyor.
yüreğimdeki turuncu gemi demir almış olmalı,
bu eksikliği başka türlü açıklamak güç.
ruhumun atlası olmayı kabul ettiğim gün farkettim;
koca bir dünya kurmuşum ruhumun içine.
sevebilmek isterken sevebildiğim tek şey dağlarımdı,
sevdim.
yaşamak için ölmekten korkuyordum,
farkında değilmişim,.
kendi kendimin katili olalı bir ömür olmuş.
ruhumu omuzlarımda taşırken 
adını bile bilmediğim bir limanı arıyorum kendi içimde

şarkı değişiyor...
hüznümün dalgası değişiyor.
anılar kovalamaca oynuyor zihnimde ,
cilveleştiğini sanan taze sevgililer gibi.
hepsinden iğreniyorum.
güldüğüm her şeye ağlıyorum istemsiz.
ağladıkça rahatlaması gerekir insan evladının,
ben ağladıkça daha dibe çöküyorum.
içimde tuttuğum göz yaşları daha bir batırıyor dibe, 
ruhunun ağırlığıyla çökmüş bedenimi.
yok oluyorum yavaştan.
ben dibi boyladıkça gülücükler saçan bir ben peydah oluyor,
toplum çöplüğünün içinde.
ölüm göğün yüzünden sırıtıyor suratıma,
ağzından akan salyalar çatıda ses buluyor.
vardır elbet bu kadar nefret dolu olmasının bir sebebi
soğuk içimdeki soğukla sevişmeye çalışırcasına deliyor bedenimi
varım yoğum buz tutuyor
bir çift turna canlanıyor gözümde
kusmak istiyorum,
olmuyor.
sanki bir kusabilsem bitecek her şey, kurtulacağım tüm ağırlıklarımdan 
ama ben kusmayı bilmiyorum.

şarkı değişiyor..
gözümü umut veren her şeye kapatıyorum
'sen insansın' diyor adamın biri.
ben bu kadar katil bir ırktan olduğuma inanmıyorum.
kaçırıyorum kulağımı sesten,
ama ses bırakmaz insanı.
çarpışıyoruz oturduğum mutfağın orta yerinde.
sarıldıkları acılarımı bırakıp geçmelerini bekliyorum günlerin,
gitmiyorlar.
tepemde cesedimi bekleyen akbabalardan farksızlar.
şarkı haykırmaya devam ediyor 
'sen insansın, sen insan'
değilim diyemiyorum.
yüreğinde acı tutana denir insan
'ben insanım' diyorum.

şarkı değişiyor..
gözlerimde tanımadığım bir ıslaklık,
özlem mi?
kayboluş mu?
pişmanlık mı?
yüzüme vuran gerçekler mi?
ölüm mü?
hepsinin aynı anda olmasından korkup, korkumdan ağlıyorum.
ağlamak rasyonel bir mesele. 
irrasyonel olan şey benim benliğim.
gözlerimi sahiplenen ıslaklıktan utanıp kapatıyorum gözlerimi,
yanağım ıslanıyor.
peşimi bırakmayan duygularla koşuyorum kendi içimde oradan oraya
kuru bir yer arıyorum,
bulamıyorum.
ben yanarım sen için dediğim kimse
ıslatmadı ateşimi
kalan küllerimle karşılaşıyorum bir anda
geçmiş atlıyor karşıma
neler yaptın sen diye soruyor bana.
bilmiyorum.

şarkı değişiyor..
duruyorum,
gözlerim net görmekten aciz,
kapatıyorum,,
göz kapaklarım üçüncü sınıf bir sinema perdesi oluyor,
yolumun üstündeki engerekleri görüyorum.
ne çok acı verenim olmuş bu kadar kısa zamanda.
kimseyi suçlayamıyorum,
kimseye kızamıyorum.
bir mermi gibi deliyor perdeyi şarkıyı söyleyen adam sözleriyle.
hiç bir şey değişmemiş, 
ruh halimden başka.
üzgün ya da başka bir şey değilim
şaşkınım sadece.
değişmeyen her şeyin içinde 
oradan oraya sıçrıyorum.
hiçleşiyorum.
soyutlanıyorum, tüm rasyonel değerlerden.
zehir zemberek bir tat geliyor sigaramdan
izmaritmiş meğer çektiğim.
yağmurlu bir Ankara akşamı yazdığım yazı akıyor gözümün önünde
yabancı ıslaklık eşlik ediyor her harf arasına
metinin akışına bırakıyorum gözlerimi
sakallarımın diplerine kadar ıslanıyorum
elim kendine yol bulmuş tuzlu suyu temizlemeye kalkamıyor.
şarkı değişiyor..
korkuyorum..
şarkı değişiyor özlüyorum..
şarkı değişiyor..
'bekle ben öleyim, o zaman gel' diyorum.
şarkı değişiyor..
kimsenin geldiği yok
şarkı değişiyor..
kimseden gittiğim yok.
şarkı değişiyor
değişiyor ama çıt sesinin çıkmadığı bu mutfakta
şarkılar bitmiyor.

28 Ekim 2015 Çarşamba

gidiyorum hepsi bu

ayrılmalıyız..
çünkü iki kişilik bir hayali tek başıma yaşamak yoruyor
çünkü apollonun defne bahçesini yaratacak gücüm yok
çünkü..
çünkü azizim kıskanıyorum.
gitmeliyim..
olmadığın bi yere
görmeyeceğim bi yere
görmeyeceğin bi yere
hiç tanışmadığımız o 21 ağustos gününün öncesine
seni sevdiğimi iliklerime kadar hissettiğim o ankara-mersin treninin öncesine
şehvetinle zevke gelip cennet bahçelerini izlediğim o kirli kanepenin öncesine
adını bile bilmeyen insanların olduğu bi yere.
unutmalıyım
ismini
sevdiğini
izlerini
her zerresini ezberlediğim bedenini
keşfettikçe mutluluk atlasına yeni kıtalar çizdiğim ruhunu
herkese açmaktan sıkıntı duymadığın kalbini.
huzurun başkenti talan edildi zihnimde
huzurun kralı başka bir ülkeye göç etmiş
en sadık insanına söylemeden hem de.
yanılgılarım yorgunluğumdandır.
mutlu olmaya çalışmaktan yoruldum zira.
yoruldum..
gidememekten
meşru olanla gidilen yerlerde unutulmaktan
beklemekten
özlemekten
kavuşamayacağını bile bile beklemekten
yüreğim yırtılıyor her harfte
gözlerim sevdamdan kurtulmak istercesine kusuyor
kirlenmiş dünyanın temizini kirletiyorum
ne kaldıysa yüreğimde acıdan yana bana kalsın.
demiştim yokluğun yabancı değil bana
bir tanıdık dostla muhabbet eder gibi gidiyorum.
tüm acıları yüzüme yüzüme çarpa çarpa
sokağım sessiz, şehrim sessiz, ülkem sessiz.
ruhum.. sahi ruhum nerde?
kötü seviyorum ben
mutsuz ederek
boğarak
sıkarak
kötüyüm ben azizim
kötü seven herkes kadar kötü.
tanrısız kaldı tüm dinler,
tüm dinler bir mezar başında ağlıyor
yarattıkları en güzel duyguyu gömdüğüm mezar mezarları oluyor.
tanrıların kıskandığı adam..
beyaz saçları huzurun simgesi olmuş adam..
göğsü tüm cennet vaadlerinden daha huzur kokan adam..
içim acıyor
kanıyor
ama gidiyorum
tut elimi diyemem
elini tutmak istediğin ben değilim biliyorum
haddimi bilirim
susarak
kursağımda kalmış tüm hayalleri
tüm sevişmeleri
tüm sarılmaları
kavuşmaları
aşkı
sevdayı yutkunarak gidiyorum.
nereye olduğunu inan bilmiyorum
aklımı da kalbime de seni gören bir kuytuya bırakıp gidiyorum.
ne zor işmiş sevmek
beceremedim
seni senin istediğin gibi sevemedim.
kulağıma fısıldıyor şarkı 'acıttın canını sevdikçe'
sorular yok
şikayetler yok
hayaller yok
işin kötüsü sevgiye muhtaç kalbim de yok
enkazımı alıp da gidiyorum
kendini kandırmış bir aptal olarak gidiyorum
herkesin gördüğüne bakmayan ben gördüğümün acılarıyla gidiyorum
yaşayacağın mutluluklar mutluluğum olsun
dağlar bir sevdaydı ben de
sırdaş
dost
şimdi o dağlar sadece benliğimi bırakıp emanet ettiğim sensin
acılarımın zirvesi
özlemin merkezi
huzurun beşiği
beni bana getirecek olan her şeyin meskeni
hepsini bırakıp kaçıyorum
çünkü gitmeliyim
sevmekten vazgeçmeliyim
kafa karıştıran olmaktan geri durmalıyım
bir şeylerin yanlış gittiğini gördüm
anladım
öğrendim
yanlışların tüm doğruları götürmesini izlemeden gitmeliyim
hatırlatacak her şeyin üstüne bi asfalt çekip unutmalıyım
gözümden akan yaşlarla senin umutlarını yeşertmeliyim.
gitmeliyim.. tek bildiğim bu
ben gidiyorum beyaz saçlı
tüm hayallerinin olması tek duam.
huzur kokan göğsünün kokusu hak edenlerin ruhuna işlesin umuduyla..

Katledilenler Oldu Bu Ülkede

Ereksiyon olamadığı bir sevişmenin içinde yaşıyor bu ülke, zevk alamadığı her şeye müdahil, zevk verecek her şeyden nefret edercesine…

Kendi beceriksizliğini ötekine atmaya çalışıp kendini sorunsuz göstermeye çalışıyor bu ülke. Kendi gelmeyecek orgazmını beklerken karşıdan gelen tüm menileri boşluğa döken.
Bir fahişenin müşterisine baktığı gibi bakıyor bu ülke insanlarına…

Bir Rum ağıtında kulak yırtan bir nida gibi çiziyor tüm inleme seslerinin üstünü, insanları öldürüyor bu ülke. Doğacak yeni kuşaklar istediği gibi olsun diye. Kendinden olmayan tüm tohumları yakıyor, kurutuyor bu ülke…

Çocuğu sokakta kuşları izlerken öldürülmesin diye kapılara kilit vuruyor anneler, oğlunun arkasından sol elleri yumruk olmuş göğü döverken sağ elleri gözlerini kurutuyor anneler bu ülkede. Arkadaşlarını bir buzdolabında izliyor çocuklar bu ülkede. Meydanlardan arkadaşlarının parçalarını arayarak topluyor çocuklar bu ülkede…

Birileri kahrından açamıyor göz kapaklarını, oynatamıyor ağzını bu ülkede. Birileri sevincinden bayram ediyor. Birileri meydanları mesken eylemiş arkadaşlarını arıyor sol yumruklarıyla göklerde. Birileri ışığın önüne setler kurmuş evlerinin pencerelerinde…

Kahrolasıca bir kan açlığı çekiyor bu ülke, bir uzun adamın elinde. Barış için sevişenlerin tohumlarını kurutan bir ağzındaki salyayla kükreyen ve açlıktan geberir gibi kan isteyen adamın elinde…

Barışa çığlık olan kardeşleri katletti bu ülke. Barış için halay çekenlerin üstüne saldı ölümü, kanı. Bu meydanlar kanlı kaldı, meydanlar mezar kaldı. Bu meydanlar, bir tek meydan olamadı bu ülkede…

İnsanlar Kürt oldu, top oldu, Rum oldu, o oldu, bu oldu ama insan olamadı bu ülkede.
O canlı da katil oldu, nefret tohumu oldu, hırsız oldu; ama bu ülkede yaşayan bir kadının oğlu olamadı, beceremedi insanlığı ve suçunu örtercesine katletti tüm insan olanları…