24 Ağustos 2016 Çarşamba

gitmeli bi şekilde

Şimdi ölsem mesela
Hemen şimdi şu kanepede
Sağımda bitmemiş bir sigara
Yanında da soğumamış bir kahveyle
Ölsem öyle durup dururken
Ne olurdu sahi kaybettiğim
Biter miydim
Gider miydim
Ölümümü söylese birileri birilerine
Gidivermiş durup dururken diye
Kınayan olur muydu
Dalgaya vuran
Hızını alamamış diyen olur muydu ya da
Güzel midir uyanmadan uyumak
Ya da rahat mıdır hiç kıpırdamadan boylu boyunca uzanmak
Şimdi ölsem şurada
Daha soğumamış kahvemin hemen solunda
Kapatsam gözümü
Dürtseler de açmasam
Olur mu bir eksiklik
Yanar mı düştüğü yerde ateş
Su olup serpilir mi yüreklere kendi isteğimle gitmem
Ben zaten hep gitmez miyim zaten
Kafamın estiği yere
Belki bir daha dönmemek üzere
Belki anlaşılmaz bile ölümüm
Yine gitmiştir bi yerlere denir arkamdan
Uyuduğum gibi kalırım orada
İçimde et de yok kokmam da konu komşuya
Oturduğum koltukta
Daha bitmemiş sigaramın solunda başlarım çürümeye
Sahi ne renk görünür dünya gider ayak
Her yerden bir gidişim oldu
Ama dünyadan gitmemiştim hiç
Her gidişimde yaptığımı mı yaparım
Bu da bitti e hadi der miyim kaparken gözümü
Ne yaparım sahi giderken
Bir gidiş lazım bana
Bıralardan oralara değil
Bi yerden bi yere de olmamalı tanımı
Bir gidişim olmalı kahve ve sigara hazır dumanlıyken
Oturduğum yerden kalkmadan gitmeliyim
Yine kimseye söylemeden
Yine kimseyle görüşmeden
Sessiz sedasız
Kendi içimde davullu zurnalı
Dumanı burnunda tüten bir yolcu gibi
Nikotine doymuşken
Kafeine doymuşken bir gidişim olmalı
Kalkmadan konuşmadan yola bile bakmadan bir gidişim olmalı

1 Ağustos 2016 Pazartesi

denizden de bir şey öğrenilir

bir Ege koyu hatırlattı içimin ne kadar sıcak olduğunu
soğuk sularıyla bedenimi sararken.
soğukluğun en dibinde yalnız olmak için dibe doğru attım kulaçlarımı
elimi dibe değdirip dibi gördüm diyebilmek istedim
önce nefesim yetmedi
sonra gücüm 
çok açılınca dibi göremiyormuş insan
sadece gücü tükeniyormuş
sonra battığım yerden yukarı yükselmenin ne kadar kolay olduğunu öğretti bana bir Ege koyu
yukarı uzanmak yetiyormuş yükselmek için
yüzmeyi öğrenmiş bir çocuk mutluluğuyla çıktım suyun yüzüne
az önce atladığım kayanın dibine geçip güneşin ısıtmasını bekledim üşümüş olan beni
kafam güzeldi 
kafam güzel
hareket etmediğimde suyun üşüttüğünü öğrendim
kollarımı ileriye attıkça manzaranın güzelleştiğini öğrendim
suyun içinde biriyle yüzmenin pek de önemi olmadığını öğrendim boğulmaktan korkmuyorsan eğer.
yorulduğun yerde durup dinlemenin kimseye zararı olmadığını öğrendim
kimsenin aynı şekilde ve hızda yüzmediğini öğrendim
dibin her zaman soğuk olduğunu öğrendim
suyun üstünde kaldıkça zeminde taş mı kum mu olduğunun önemi olmadığını öğrendim
yüzerken bedenimin dilini anladığımı öğrendim
yüzmenin üzülecek bir şey buldurmadığını öğrendim
tek başıma olmanın koca bir maviliği önümde istediğim gibi gezeceğim bir arazi yaptığını öğrendim
bugün denizin birinden bir hayat dersi öğrendim. 


6 Temmuz 2016 Çarşamba

kavakların arasında

bir sıra kavağın arasında sahtekar bir yağmur ferahlığıyla yürüdüm önümdeki sahile.
Kimse dur demedi.
durmadım ben de.
boşluklarımı kesiklerle yamadığımdan beri bir garip hafiflik var içimde
ardımdan bakanlara bakmadan yürüdüm önümdeki sahile
bir çevirsem başımı biliyordum vazgeçeceğim suya kavuşmaktan
adımlarıma isim verdim, elimi değdirdiğim ağaçlara isim verdim
ama unuttum elimi çeker çekmez, adımımı atar atmaz
unutmak gerekiyordu
unutuluyordu her şey
küskünlüklerimi ardımdakilere emanet edip hafifliğimi giymiştim epeydir
bir yosun kokusu peyda oldu her adımımda
bir yosun kokusu bir masal anlattı burnumdan beynime
doğa konuşuyordu
içimi rahatlatan ne varsa burnumdan ve kulağımdan beynime geçiyordu
gözlerimi kapattım sonunda
görülmesi gereken ne yeşildi ne de mavi
içimdeki aydınlığı gördüm
durdum
durmamam gerekti
ama durdum
ardımdan ıslık sesleri gölgeliyordu aydınlığımı
daha sıkı yumdum gözlerimi
aydınlığımda bir gölge dans ediyordu
yüzü bana dönmedi hiç ama tanıdım gölgenin sahibini
gerçekten bu kadar güzel dans ediyor muydu dedim içimden
bir garip ferahlık düştü önüme
içimden bir şeylerin çıktığını hissettim
gölgeye eşlik etti adımlarım
yosun bir zeminde kaymadan atıyorduk ritmik adımlarımızı oradan oraya
yüzünü yine de dönmedi karşımdaki gölge
yokmuşum gibi sergiledi tüm figürlerini
gerçekte de böyle olmamış mıydı dedim kendi kendime
kendi halinde dans eden gölgeye özlemin dansını göstermek istedim
gösterdim
görmedi
nasıl da istemiştim ela gözlerine bakıpta bir aptal tebessümle izlemesini
izlemedi
izlemeyecekti
içimden çıkanlar tekrar içime yerleşti
ve gölge tek başına dans etmeye devam etti
dans etti
dans etti
dans etti
ve müzik bitti
sanki bunu beklermişcesine aydınlığın içinde dağıldı
aydınlığın kör edebildiğini gölge gidince farkettim
kör oldum
siz hiç ruhunuza kör oldunuz mu
sağır?
dilsiz?
beni görmeyen bir gölgeye döndüm kendi içimde
hangi müziği çalmak gerek unutamadığınız bir gölgenin hiç bilmediğiniz dansını izlemek için
bir yosun masalında kaymadan dans eden bir gölgeyi kör olmuş ruhum içimde
yoktu
açtım gözlerimi
önümde mavi vardı
üstümü yeşil kavaklar kaplıyordu
kulağımda sahtekar bir yağmur sesi
ve ardımdakiler ıslıklarını salıyorlardı
dönmemem gerekti
dönmedim
yürümem gerekti yürümedim
içimde çoktan kaybolmuş bir gölgey aramak için durdum
durduğum yerde gölgeleşiyordum
ve bir sahtekar yağmur sesine atlayıp kayboldum.

24 Mayıs 2016 Salı

arada kalmışlık

bir arada kalmışlık yaşıyorum
iki blog arasında neyi nasıl ifade edebileceğimi düşünürken
aklımda gezinen ayaklarım kayıyor
nereye düştüğümü görmeden tutunacak bir dayanak ararken
kaydığım yerden tekrar düşüyorum
kime neyi tarif etmeye çalışıyorum bilmiyorum
beynim beni nerede neden terk etti sahi
düşünmeden yaşıyorum amenna
ama arada ihtiyacım olmuyor değil
kapıları kapatıp ardından bakan ben değil miyim?
bir ruh hastalığı olsa gerek
ya da ruhum hasta olsa gerek
dibe vura vura nasırlanmış bir benliğin sancısını duymayı bekliyorum
morarıp kanamış her yerim
susuyorum iki manasında da

bir belirsizliğin buhranı

aşık olamadığıma inanıyorum artık
kaçtığım o kadar insanın günahı boynumda
dokunan yanıp kaçıyor bedenime
kavuşamadığım bir duygunun ateşi yakıyor tüm varoluşumu
hiç beklemediğim bir yerden gelecekmiş gibi
içimdeki ateşi söndürecek su
sarhoş olmadığım gecelerde inandım buna
dünü bile yıllar önceymiş gibi görüyorsam
yorulmuşluğum çarpıyordur yüzüme
nasıl kaçırabildiysem gelenleri
öyle kaçırıyorum içimdeki beni kendimden
tarif edemediğim bir şey aklımda
özlem, nefret, hüzün, aşk belki de hiçbiri 
tanımlayamıyorum işte
bir şey var ama ne olduğunu bilmiyorum
koşarak yaşadığım bir hayatın içinden sürünerek çıkmaya çalışıyorum
olup olmadığı mühim değil 
tek derdim duygu yaşayamamaktan yorulmak
yorgunluğumu atmaya fırsat bile bulamadan yeniden koşturmak
kendimi dinlesem nefret dolacağım benliğime
yıpratmadan çıkamadığım tüm insanlardan kaçıyorum
kaçtığım hiç bir şeyden kurtulamıyorum
kurtulamadıkça boğuluyorum
boğuldukça kayboluyorum
sonumu bilmiyorum ama sonucunu kestiriyorum.

6 Mayıs 2016 Cuma

yokmuşuz gibi

yokmuşuz gibi yapalım hadi
bu yatakta

bu zamanda
bu şehirde
üç gündür kafası kıyak sevişmelerin eseri dağınıklığın ortasında yokmuş gibi yapalım
kafamızın üstüne çektiğimiz yorgan kaybetsin bizi gerçek dünyadan
kendi ruhlarımızın dünyalarında dolaşalım
keşfedelim görmezden geldiğimiz her şeyi
sen bana bak yine en anlam veremediğim bakışlarla
bana ait olmayan her şeyinle ruhumun içinde dolaş
ikimizde olmak istediği yerde olalım
ben sana dahil olayım sen ona
ben seni sarmalayayım sen saracak bir beden ara
ikimizin mezarı olsun bu tek kişilik yatak
tek olduğumuz yerde hiç olalım
birbirimizi unutup kafamız ayıldığında birbirimizin yabancısı olalım

3 Mayıs 2016 Salı

bıraksam elini

düştüğümü sandığım yerden tuttun sen elimi
bıraksam.. 
küser mi çocuk gözlerin
o huzur kokulu bakışlarının önüne iner mi tülden perdeler
bıraksam sırtın mı olur baktıkça inandığım manzaram
düştüğüm gecenin  karanlığını aydınlatan gözlerin bakar mı bir daha öyle ışık ışık
anlattığıma büyür mü öfken
tutunsam yine de o ellere göz kırpar mı yarınlar bize
eksik dediğim şeyi bulup doldurabilir mi ellerimizin boşluğunu doldurduğu gibi
gecenin sabahında kalbimle dilimin iki ayrı insana koştuğu gibi
koşar mıyız yarının bilinmez yoluna
sevebilir miyim seni senin istediğin gibi
tek kalmaktan korkan ben 
tek bırakmak istemeyen sen
korkuma mı yürümeliyim büyümek için
çocuk mu kalmalıyım senin sevginle
eksik kaldığını söyleyenlerin tamamlanışını gördüm geçmişte
senin bütün olacağın da ben miyim sahi
tanrılar kıskandıkları zamanları hatırlayıp tükürüyorlar yüzüme
belki de bu sefer esaslı bir küfürle sikip atıyorlar benliğime ait tüm ahitleri
paylaştıramıyorum işte bir yüreği iki kişiye
veremiyorum dikkatimi anıları silip de an'a
sahi niye ben
doğmayan kaç güne sebep oldum
sevinilemeyen kaç müjdeye sebep
verilemeyen ilgiye duvar olup durdum
her yaklaştığında çarpıp durdun senden öncesinin duvarlarına
bu kadar mı albenili içime kurduğum ülke
en derinimdeyken nasıl derinlerimdeki nardan senin değil de
başkasının adını akıttım ben
şimdi utanıp tüm bunlardan 
bıraksam elini...
gidişini izlesem
önceki gidişleri izlediğim gibi
otursam kendimin tam ortasına
duymasam
 koklamasam 
görmesem 
hissetmesem
nefes bile almadan öyle gidişinin tanığı olsam
kendi kendime kızıp bir barona müşteri olsam
unuttuğum her zevki köşe başı bir kuytuda parası neyse verip alsam
temiz kaldığım günlerin beyazını damarımdan çıkan şırınganın sarısına bulasam
unutsam kafamı dayayıp kaldığım her hangi bir bok kuyusunun yanında dünü 
acır mı içim 
utanır mı yüzüm
durur mu kalbim
ağlar mı gözlerim
bir tanrının piçi olan aşk
vurur mu yüzüme peyda olduğu yatak kadar kirlendiğini
bıraksam elini..
gözümün içine bakarken sen
göz bebeklerinde içimde insan kalan her zerrenin idamını izlesem 
sokaktan geçen bir adamın gelecek nesillerini içimde biriktirsem 
kendime ait olmayan gelecekler büyütsem içimde
başlayamadık ki dediğin yerde
bitirmenin o lekesi olan noktayı koysam tam ortamıza
utanır mıyım yapamadıklarımdan
utanır mıyım yaptıklarımdan
utanır mıyım yaptırmadıklarımdan
tanrıların günahı olan bir duyguyla kalabilir miyim tekken
yazdıklarımı, sildiklerimi,yaktıklarımı
okusam arkandan cennetimin ilahisi gibi
huzuru hisseder misin içinde
şimdi
şu an
hazır ay bir bulutun arkasına saklanmış bu lanete şahit olamıyorken
bıraksam elini...
kimsenin eline uzanmayacağımın yeminini ederken 
bıraksam ve sen kalırken kendimin ortasına yerleşip 
tüm duyularımı benden bir fersah uzağa ötelesem
acıtmasam canını
bunaltmasam o coşkulu ruhunu
kaybolsam kendi içimde
karşılaşmasam kendimle bile
tanrıların kıskanırken üstüme fırlattığı lanetlerin ortasında kalsam
her laneti hak ettim deyip boynuma sarsam
ve sen gitsen
görmesem
duymasam
kokusunu alamasam
hissedemesem
hissiz bir gidişin öznesi olup 
sadece kalsam
bıraktığım yerde









24 Nisan 2016 Pazar

bir şeylerin sonrasında burada

ayık gezmediğim kaçıncı günün sonunda bir garip film galasını atlatıp edilmesi gereken bir vedayı da ettikten sonra tekrar ayık kalmama çabalarına girmişken bir yazı yazayım da bu blogda paylaşayım dedim. Size ortamı tasvir edeyim; ben kedi kanepe ve masanın üstünde babişimin tüm mal varlığına göz dikmiş beyaz bir süprüntü.Süprüntü diyorum çünkü bu günkü dozun da sonuna geldim birazdan masayı yalayacam. seks yapmayı sevdiğimi düşünürdüm meğersem sevmiyor muşum.çünkü odada kediden başka birine tahmmül edebileceğimi sanmıyorum. Kedi gözümün içine artık nolur uyu dercesine bakıyor ama günde iki saatlik uykuyla zıpkın gibi yaşadığımın o da farkında aslında. kedi değime bakmayın pek kedi değil zat-ı muhterem. şu hayat formuna zavallıca diyen insanlar tanıyorum. zavallılıklarını başka insanlara yansıtmayı hobi edinmiş zavallılar(inceye gel). Yaptığım tek zavallıca hamle bu değil kendi gözümde.

burnumun kanadığı bir akşamdan

korktuğumu söylediğim zilyon tane şeye döndüm sırtımı
yeni umutlarımı sırtımdaki şişkinlikten çıkardım
önüme koyduğumda hepsi korkularımmış meğer
sırtım yüzümdeymiş meğersem bunca zamandır
oturduğum yerden izliyorum hayatları artık
benimkini yaşamaktan vazgeçtim
ay bile gidiyordu dokunmadığımızda
kim kalacaktı ki
ama karanlık gitmiyor bir türlü otursam da koşsam da
bir ölümün ertesinde yaşıyorum
hep yere mi düşer izler
somut olan tüm izleri silmişken tek tek,nasıl olur her yere bulaşmış bu izler
adını anmadığım yeni evim bile nasıl bu kadar geçmiş dolmuş
kafamda taşımak mı bunun sebebi
hissetmediğim zihnim aslında gözükmeden geliyor mu peşimden
nasıl bir kaçışa gebeyim ben
bir türlü koparıp atamıyorum piçler mezarlığına
yatağımdan geçen tüm erkekler nasıl tek bir hamlesiyle getiriyor bir üçüncüyü yatağıma
istemediğimi söylediğim her şeyi istiyormuşum meğer
bir dumana uyup yükseldiğim bir geceden 
kimyasallarla seviştiğim bir başka geceye geçtiğim,
ayık kalmanın böyle mümkün olduğuna inandığım günlerde nasıl olur da
sentetiklerle süslemediğim gülücüklere inananırım
gizli gizli köşelerde takviyelediğim sentetikler
sentetiğin bittiği yerde sarmaya başladığım  yarı sentetik otum.
kaybolmuş bir bedeni süslüyorum bu doğal olmayan güzelliklerle
bitsin bu delilik dediğim sırada başlıyorum yeni bir deliliğe 
sonu gelmeyen sokakların köşe başlarında bekliyor mutluluk beni
kendi gölgemle seviştiğimi farkettiğim anların bitiminde başlıyor gözyaşı orgazmım
bu yalnızlık böyle iyi aferin kozmosa
bu manasızlıkla kurduğum şehirler içinde sayıklıyorum
bari sen yapma bana bunları diye
kime sarılsam iğneler batıyor
yeni biri daha giriyor 
alır almaz eskimiş yatağa
hikayesini bilmediğim nice beden üstümde kim için olduğunu bilmediğim inlemelerini kusuyor
bir adam beni seviyor
ve aynı adam beni kaybeden bir başka insan oluyor
sevildikçe kaçmak içimde bir yerlerde gerçekliğini koruyor
susturamadığım cümleler, isimler kafamın içinde benimle dalga geçiyor
uçurtmanın kaçışını izliyorum aklımın kuytusunda 
gökyüzüne değil de nasıl olur cehenneme doğru kaçıyor
özgürlüğün yerini neden azaplar alıyor
haber alınamamış insanlar ve tutulamamış bu kadar el varken
nasıl mutlu oluyor bu insanlık 

7 Şubat 2016 Pazar

öldürüldük bir bodrum katta

bir bodrum katında katlettik bu sefer insanlığımızı.
Sustuğumuz yerden vurdu keskin nişancılar canımızı. 
yakılmıştık, yıkılmıştık ama hiç bu kadar tutsak kalmamıştık. 
Bir bodrum katında su diye haykırdı insanlık
LGBT bireyler barış istiyor derken barışa susamış canımızdan vurulduk.
Kaç kişi olduğumuz önemli değil, o bodrum katta yok olduk
Bunun ötesi olmaz dediğimiz her yerde katliamın şiddeti bir doz daha artıyor.
Koca insanlık minicik bir bodrum katta ölüyor 
Utancımdan gözümün yaşı akmıyor
Kinimden göğsümün tam ortası acıyor.
Şu yazıyı yazmak utandırıyor, 
bunun acısını duymak utandırıyor, bir yerde insanlar katledilirken güle oynaya yaşıyor olmak utandırıyor,
susan insanlar utandırıyor..
Ama emri veren insanın nefesinde tek bir düzensizlik olmuyor.
Kahrolasıca değerlerin değerinden küçük müydü insanların hayatı
Doğu'da bir bodrum katı kışın ortasında susuzluktan kururken öldürüldü,
koskoca devlete kökeni dili yüzünden sığdıramadığınız insanlar.
Bir coğrafya kan kusarken artık topraklarından,
koca saraylara gömdünüz insanlık kutsalını.
Elinizde salladığınız kitaplar yazıyor sonunuzu.
Olduğunuza inandığınız güç elbet verecek cezanızı

27 Ocak 2016 Çarşamba

borçlanılmış yazı

'hiç mi sevişmedin sen? 'diye sormuştu gözleri güzel bakan.
bu kadar sevilerek sevişmedi ki benimle kimse
cahilliğim bu yüzden
şaşkınlığım mutluluktandı belki de o yatakta
aklımdaki ismi silerken her öpüşte
yeni bir isim yazmaktan kaçıyordum 
yorgunluktan yığılıp kalmış zihnime
kimse böyle sarılmamıştı ki bana 
kimse bu kadar ilgilenmedi ki benimle
şaşkınlığım sildi tüm ezberlerimi
ezberlediklerim unutmak istediklerim şimdi.
unutmuşum sevilmenin ne demek olduğunu
unuttuğum yerden tekrar öğrenmeye başladım özel olmayı
bir el nasıl bu kadar huzur döker dokunduğu yere
gözlerime herkes baktı da nasıl oldu da hiçbiri içimin en derinine inip anlayamadı söylemediğim her şeyi
nasıl oldu da kimse sormadı bana iyi misin?, mutlu musun? ne istiyorsun? diye
ben girdiğim hayatlarda nasıl bu kadar hizmetçi olmuşum
nasıl silip atmışım kendi değerlerimi
nasıl çıkardı beni sadece gözlerini kullanarak bir adam kendimi zincirlediğim kuytu hücreden
ne istediğimi nasıl anlamadı bu zamana kadar kimse
aklım almıyor sevdiğim tüm eski insanları
nasıl başarmışlar kendileri için beni böyle kolay harcamayı
unutmuşum işte sevilmek ne demek
unuttuğum yerden öğreniyorum şimdi her şeyi
hiç ummadığım çiçekler açtırdı  meleklerin tutmaya utandığı el yüzümde gezinirken
gözyaşı dökmedi ruhum yatağımı bir erkekle paylaşırken
kendimden sıyrılmak zorunda kalmadım birlikte uyuduğumuz yatağa girerken
daha önce böyle sevişemedim ben
daha önce böyle sevilemedim
daha önce kimseye böyle teşekkürü borç bilmedim
daha önce kimseye bu kadar iyi ki geldin diyemedim
sen koca yürekli kaba sakallı kemik gözlüklü güzel bakan adam
iyi ki geldin.

22 Ocak 2016 Cuma

naylondan hayatlar

yarının gelmesinden korkar oldum
günün bitmesi bitiriyor beni

tüm bilinmezliklerin doğum sancısı peyda olurken, ay tepeye tırmanırken
kıvranıyorum olduğum yerde
neler olacak yine diye
ölüm çığırtkanları dört geziyor sokaklarda
savaşın ayazı yakıyor yüzümüzü 

öldüğümüz yerden tekrar doğuyoruz
simurg olsa kıskanırdı tükenmeyişimizi
sahtesinden gülüşler satıyoruz insan manzaralarına
sıkılıyoruz tüm yalanlardan yine de göz kırpamıyoruz korkumuzdan gerçeklere
kapattığımız gözlerle yürüyoruz tavanı çoktan çökmüş sokaklarda
görmekten korkup gördüklerimizin yalanına sarılıyoruz
gerçekleri define haritalarında saklayıp yok ediyoruz her yerden
kaçtığımız bünyelerimizi başkalarına ikram edip etimizin tadını damaklarda ve penislerde bırakıyoruz
yatak odalarını mezar, çarşafları kefen yapıyoruz 
ama her seks sonrası tekrar doğuyoruz
bitmeyen bir mücadelede yarışıyor ya da yaşıyor gibi yapıp yaşamanın anlamından her nefeste bir fersah daha uzaklaşıyoruz.

20 Ocak 2016 Çarşamba

özel gece

şehir karanlık 
yakma şimdi o sigarayı
bölmesin hiç bir şey bu görülmezliği
bilinmezlikleri yırtıyorsun gözlerinle
bir karanlık daha boğuluyor gözündeki ışıkta
sigaranın ateşi gereksiz bu odaya
az önce parçaladık bedenlerimizi
karanlık olsun tüm olsun bu odada
huzur musun diye sordurma bana
merak etmek yasağımız olsun bu gece
ışıklardan ve mutsuzluğa bizi kazıkla bağlayan bilgilerden uzakta olalım
saadetimizi borçluyuz bu şuursuzluğa
ne de olsa yarın herkes bizi konuşacak
o zaman öğreniriz kendimize ait tüm özelleri
susalım şimdi
dudaklarımın arasına yerleştir bedeninin en güzel yerini
hissedeyim her şeyiyle
iyi misin diye sorma
şuursuzluğumla
koca bir yılın özlemini giderelim bu gece

9 Ocak 2016 Cumartesi

bir uzak diyarda en yakınımda

çatılarından kedi yerine kar düşen bir şehirde
anglo-sakson ezgilerin yerini kürdi-zazaki nağmeler almışken
bitirilemeyen duyguların doğurduğu piçlerle oynaşıyorum.
ayakkabımdan giren her damla suyun gözlerimden çıktığını varsayarak
çoraplarımdaki ıslaklıklarla rahatlarken varıyorum yok olma isteğinin tatsız tuzsuz lezzetine
yok saydığım her şeyle birlikte yok olmuşken tekrar doğup tekrar ölüyorum
gümüş saçlarında elmas madenleri bulduğum adamın yanında
doğuyorum çünkü en yaşanılasının yanındayım
ölüyorum çünkü
duyguların en ölmeye meraklısını karnımda taşıyorum
öleyazamıyorum demiştim
şimdi doğayazamadığımı da fark ettim
hiç bir şey yazamazken
çok şey karaladığımı fark ettiğim bir gece erdim tepkisizliğin muradına

darısı ölemeyen tüm duygularımın başına

1 Ocak 2016 Cuma

öleyazamadım

beyaz, mavi ve yeşilden ibaretti şehir bugün
düşeyazdığım terastan izlemiştim ulaşamadığım her şeyi
sıkılganlığım ne yaptığımı bilmemezliğimden
yorgunluğum dün gece parçaladığım nar gibi kirletiyor ruhumu ve yatağımı
gereksiz kabuslar ve terlemeler bölüyor dinlenmek için kaçtığım uyku düzenini
yok saydığım her şey birden var oluyor
var olan her şey akabinde beni yok ediyor
yeşil ormanların içinde kaybolamadan ölüyordum bugün
beyaz kar tanelerinin üzerinde öylece uzanamadan,
içine dahil oldukça kaybolduğum maviliğin tadına doyamadan..
ölememişken farkettim
dik yokuşların merdivenlere döndüğü şehirde dinlenemedim bugün de
içsel bir yorgunluk çekiyor tüm bedenimi olanca gücüyle aşağıya
uzun uzadıya dinlemelerden de konuşmalardan da yorulmuşken
farkedemedim cebimden beslenip durduğumu
ortaya bir şey koymadan ortadaki her şeyi yiyen yüzsüz misafir gibiyim hayatta
sorguladıklarım utandıklarımdan geliyor
sevdiğim adam uzağımda dizinden acıyor
ve her diz ağrısında yüreğimde bir sancı uyanıyor
ölümü unutup bir diz acısına kederleniyorum
kendime geldiğimde kendimden çoktan geçmiş bir ben buluyorum ortada
ortalığı toplayayım derken bin yıllık nar dağınıklığına nail oluyorum
acılarla özlemlerin bereketi sarmış topraklarımı
korkuluk niyetine ortada kalakalıyorum
sevdiğim adamın gözlerindeki ışığı görüyor gözlerim
uzaklardaki gözleri yakına çekiyor özlemim
korkularım gelip aklıma kaçıveriyorum kendi topraklarımdan
özlemin arsızlığını kendime kılıf yapıp yırtık fahişeler gibi dolanıyorum 
bir anüs için tüm tanrıların günahkarı olacak erkeklerin arasında
boşaltamadığım tüm meniler boğuyor penislerinin gırtlaklarını
saklayamadığım varlık el okşamalarıyla boşalmaya bahane oluyor
ve ben her bahanede biraz daha arsızlaşıyorum
alabildiğine yeşil, beyaz, mavi şehirde
tüm renklerimin ışığının özlemiyle ezber bozan karalamaları sıralıyorum merdiveni sokağından çok olan kente